Bir süredir bir şeyler yazamıyorum. Yeni yazı diye eski taslakları yedim ve bitirdim. İçimde bir yerlerde bazı duygusal boşluklar olduğunu ve benliğimden uzaklaştığımı fark ettim. Geriye dönmeyi ve olduğum kişiye dönüşmeyi defalarca diledim. Ancak bu dönüş için yaşadıklarımı feda etmek istemezdim. Çünkü bu durum benim kişilerle yaşadığım duygusallığı kapsamıyor. Sadece ve sadece beni kapsıyor. Zamanında duygusal bir betimleyici olduğumu ve duyguları betimlediğime inanıyordum. Ki bir yanım hâlâ buna inanıyor ancak bulunduğumuz toplum ve dünyayı kasıp kavuran bu hızlı yaşam benim aradığım şey değil. Belki 90'larda doğmanın ve hızlı bir geçiş sürecine çocukken tanık olmanın yan etkileridir olanlar ya da çok eski kafalıyımdır. Anın değerini bilememek ve bir şekilde olan günü hızlıca geçip gitmek... Kalemi elime aldığımda ya da klavyenin başına oturduğum zaman donup kalıyorum. Çünkü herhangi bir duyguyu temsil edecek gücümün ya da durumumun olmadığını düşünüyorum. Bir zamanlar benim için sanat sanat içinken şu anda sadece sanatı topluma harcamaya yönelik düşüncelerin içerisinde yaşıyorum. Bunun kötü bir şey olduğunu savunmuyorum. Ancak bir yerlerde sanat, sanata aracılık etmiyor ise işte o yerde bir sorun vardır demek.


Eğer bir üzümü bağından koparıp yiyemiyorsak ve o bağda yalın ayak gezemiyorsak yaşamanın anlamı nedir ki? Kendimce olan bütün bu sorgulamaları felsefenin sofistike yanından değil de bir acının içerisinden yapmak çok zor. Hele ki bu boşluğun içerisinde yankılanan acının adını bilmiyorsan... Bu buhran bir toz bulutu gibi. Yoğun, ciğerlerimi yakıyor ve nefes almak hiç olmadığı kadar zor. Yarının sana ne sunacağını bilmemek ise daha da zor.


Bir insanın yaşamını sürdürmesi için gereken şeyler nedir ki? Oksijen, su, biraz da yiyecek. Peki ya duygusal olarak ya da zevke yönelik tatmin olduğumuz kısımlar? Bunlara hayatımızın hangi noktasında erişeceğiz? Sürekli olarak bir yaşamsal savaş içerisinde bulunmanın anlamı nedir? Bir şeyler elde etmeye çalışmanın yollarını ararken kendi özün olan toprağın neden kurak olmak için uğraşır ki? Bu satırları yazarken bir şekilde hep siyasi mesajlardan ya da oluşacak taraflı veya tarafsız görüşlerden kaçınmak için çok uğraştım. Bu kaçınma bile özgürlüğün bir prangası değil midir? Elbette ki benim gibi kuralcı bir adamın özgürlük anlayışı bile sınırlar ile çeviriliyken ve sınırını bilmediğimiz alanların delilik olduğuna inanırken; bunu söylerken kendimi bulmak ne kadar da üzücü. Çünkü var olan kurallarımızı tanımakta bile güçlük çekiyoruz. Yozlaşmış olan kültürümüz, yanlış batılılaşmalarımız, anlamını özgürlük başlığı altında yitiren kelimeler ve bulanık karakterlerimiz...


Bugün bana zevk veren bir duygusal betimleme, bir deneme yazısı yazamıyorum. Çünkü bugün sanat sanata ait değil. Var olan düşüncelerim bu dünyaya ve özellikle de bu ülkeye artık ait değil. Eğer bir üzümü bağından koparıp yiyemiyorsak ve o bağda yalın ayak gezemiyorsak yaşamanın anlamı nedir ki?