Ölüm çok büyütür ya hani. Hatta kaldırabildiklerimiz bencilce yarar bize, gidenlerin son kıyağıymış gibi. Ama bu ölüm. Bu yıkım. O sabah. 6 Şubat. 23'süz çünkü ne kadar yıllansa da değişmeyecekmiş gibi geliyor insana.
Twitter'a girdim, Konya hashtagini aradım sayılarca şehir arasından. Sonra tek bir tweet hatırlıyorum. Enkazın altındaki bir abladan, sesi nasıl oluyor bilmiyorum ama kulağımda hiç duymamış olsamda. Sonra ertesi "gün" devam ediyor "hayatım". Çünkü o gece bırakıyorum telefonu, titreyerek koyuyorum başımı yastığıma. Yastığıma, evime, odama. Benim olana. Benden gidebileceklerini, hatta hiç benim olmadıklarını farkettiğim o sabaha. Veda eder gibi. Veda edecekmiş gibi.
O günden sonra yanıyormuşuz. Bitiyormuşuz. Yitiyormuşuz. Delirip geri ayaklanıyormuşuz. Nefes alamıyormuşuz. Ama en çok kaybediyormuşuz. Zaman kavramını mesela - bu yazıda olduğu gibi -.
Ölüyormuşuz biz, ölüyor. Ötesi yokmuş.
Birde anlatamıyormuşuz. Yetmiyormuş nefesimiz.
Yas geliyor sonra. Hak görmüyorum kendime. Noldu ki diyorum sana? Evin mi yıkıldı? Ailen mi gitti? Çocukluğun mu bitti? Ne oldu?
Sonra bir 6 Şubat daha geliyor. Sonu 24 olandan. "Sessiz yürüyor" insanlar. O sessizlikte duyuyorum işte bendekileri. Orada onlar yürüdükçe benimde başlıyor yasım. Onlar birbirlerine yas'landıkça bende hak görüyorum kendime çünkü gözlerimiz aynı bakıyor anlıyorum. Onlara yas'lanıyorum. Bakıyorum ölüm - ki olanı ifade etmek için çok yetersiz geliyor o yüzden ölüm değil kalım..-, kalmış olmak yerle yeksan ediyor beni. Onun yasını tutuyorum içimde. O -gerçekten- canım olmuş olan insanlarla aynı bakıyor gözlerimiz.
Korkmuyor değilim ama hala. Mehmet mesela. Ona "Beyza gitmiş ama vallahi billahi kardeşin olarak buradayım abi. " diyemiyorum. Diyemediğim çok oluyor. Yetemediğim çok oluyor ve yine ortak oluyoruz bu duyguda.
O 6 Şubat'ta başladı her şey ve 6 Şubat'ta devam ediyor hala. Devam edecek. Bugün yas'lanma günü. Çok kaybettik çünkü.
6 Şubat 2024