Biliyorum, biliyorum.


Bilmiyor muyum?


Yüzünü her yerde görünce, cennet; tek bir yerde görünce, cehennem; hiçbir yerde görmeyince, araf; bir görüp bir görmeyince, kıyamet.


Bilmiyor muyum?


Kafeslenmiş bir at gibi, bir elinde anahtar ve bir elinde bir tutam otla gelip de otu teklif edenlere yüz çevirmekten huysuz kalır adı insanın.


Otlarınızı da anahtarlarınız gibi kendinize saklayın.


Bir sokak kedisi benim kapımı seçer sığınmak için; onca kapı arasından, 22 yaşındaki bir çocuktan yeni bir şey öğrendiğimi izlerim itinayla; hiç kibre kapılmadan, Little Prelude In C de egzersizlerim nihayet 80 bpme varır, yakışıklı insanlarla geçirilecek yakışıksız zamanlara kendimi tercih etmişimdir; aynadaki yüzüm biraz daha aydınlanır. Bunlara bakarım.


Bakacak başka neyim var?


Seni çingene pembesi bir çamaşır ipinde, seni yerlere dökülmüş ufak bir zeytinyağı şişesinde, seni gece vakti mezarlığa girişimi izleyen bir arabanın içinde görmek kolay.


Seni sen olarak görmek, iş.


Her türden yalnızlığa katlanabileceğimi kanıtlayarak yeterince kurban kesmedim mi sevgilim?


Al istediğin sandalyeyi, çık ayakkabılarınla üstüne.


Yeter ki artık şu perdeyi aradan çıkar.


Dağ gibi üstlenip yükleri, parçalarıma ayrılma cehaletini gösterdiysem de gösterdim. Ne çıkar?


Gözümün içinden gözünün içine bakışını özledim. Araftayken göz neye yarar?