Sevmek, birisi için ölmek değil yaşayabilmektir.

Film, Güney Kore yapımı ”Miracle in Cell No. 7” isimli yapımdan ülkemizde 80’li yıllarda yaşanan şartlara uygun olarak senaryolaştırılmış.

Öncelikle belirtmeliyim ki ben iki filmi de izledim ve İkisini kıyaslamak gerekirse bizim ”7. Koğuştaki Mucize” orijinalinden çok çok daha iyi. Hikaye, kurgu, karakterler oldukça anlaşılır.


7 yaşındaki kızı ile aynı zeka yaşına sahip Memo, kızı Ova ve babaannesi ile birlikte 1983 yılında bir Ege kasabasında yaşamlarını sürdürmektedir. Ova, babası ile gezerken kırtasiyedeki bir okul çantasını beğenir. Paraları olmadığı için alamazlar. O sırada, sıkıyönetim komutanının kızı o çantayı beğenir ve alır. Memo, çanta bizim dese de kızı Ova’nın yanında komutan tarafından tokatlanır ve aşağılanır. Komutan, ailesi ile birlikte piknik yaparken kızı babasının aldığı okul çantasını o sıralarda tesadüfen orada bulunan Memo’ya gösterir ve dağlara doğru koşmaya başlar. Memo da peşinden koşar. Küçük kız, kayaların üzerinde yürürken ayağı kayıp düşer ve başını kayalara çarparak denize düşer. Memo, peşinden atlayıp küçük kızı kucağında denizden çıkarır ama kız ölmüştür. Komutan, kızına tecavüz ettiğini ve öldürdüğünü düşündüğü Memo’nun hayatını karartmak için elinden geleni yapar...

Dünya senin vatanın mı, yurdun mu?

Gelelim filmin kritik sorularına. Filmin başlarında gösterilen o yıllardaki TV’de TRT logosu renkli miydi? Ölen kızın babası Kore filminde Başkomiser iken biz de neden bir subay? Ve orijinal filmde Başkomiser kötü adam olarak resmedilmemişken bizdeki Türk subayı ukala, acımasız, gaddar, despot ve şehrin hakimi eli kanlı bir katil olarak neden öne çıkarılmış? Şehirde yarbay ne derse o oluyor. Vali, bile kaymakam otur demeden oturmuyor, kalk demeden kalkmıyor. Herkes karşısında süt dökmüş kedi gibi. Filmde, askeriyenin vicdanlı ve yumuşak yüzü olarak resmedilen cezaevinden sorumlu yüzbaşının cezaevi müdürüne söylediği replik her şeyi özetliyor aslında ”O dünyanın hakimi, buraların Allah’ı o.”

Sıkıyönetim komutanı yarbayın çocuklarının okuldan askeri araçla alınması ve çocuklarının da kendisi gibi ukala olması ve diğer çocukları küçümseyip tepeden bakmaları da ilginç bir detay. Yarbay, ailesi ile piknik yaparken mangalı bile emir erine yaktırıp ızgara yaptırması daha da ilginç bir detay. Odasında boş zamanlarında ”Bülbülü Öldürmek” kitabını okuyan cezaevi müdürünün bir olay sonrasında erlere dönerek söylediği ”Size yazıklar olsun!” repliği ise oldukça manidar. Filmde cezaevinin duvarında ”Edeple gelen saygıyla gider.” yazısını okurken ve kural koyucuların içeridekilere bu kuralı uygulayıp uygulamadığını düşünürken dram türündeki böyle bir filmde sol görüşlüler ile özdeşleştirilen ”Gün Doğdu" marşını duymak oldukça şaşırtıcı. Kısacası, bu filmde askeriyeye darbe vuralım derken saçmalamışlar da saçmalamışlar.

Oysa hikaye güzel, kurgu güzel, müzik güzel, oyuncular şahane. Niye asker? Orijinalindeki gibi polis değil de neden asker? Ya da neden sivil, yüksek düzeyde bir bürokrat değil? Koreliler askeri sever ve mümkün olduğunca askerleri kötü gösteren film çekmez. Peki ya biz? Son zamanlarda bir avuç kendini bilmez yüzünden asker zayıfladı ya, senaristlere gün doğdu. Askeriyeye karşı içlerindeki kini kusmaya, eteklerindeki taşları dökmeye başladılar.  

Film, oldukça ağır bir dramı anlatırken birilerinden nefret ettiriyor, birilerine de güldürüyor. Bu nedenle bazı sahnelerde kızıp kinleniyor, bazı sahnelerde hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra ağlıyor, aralara serpiştirilen komik repliklerle de gülüp rahatlıyorsunuz. İyi Seyirler.