Aşeka, sarmaşık manasına gelir. Arapçada "ışk: aşk", "ışka: sarmaşık" demek (Farsça sarmaşık: bıdışgan, bıdısgan, bidişgan). Nasıl ki sarmaşık, çepeçevre sardığı ağacın suyunu emerse, onu soldurup zayıflatırsa ve hatta bazen kurutursa, aşk derecesindeki sevgi de sevenin sevdiğinden başkasına ilgi duymamasına ve onu sarartıp soldurmasına sebep olur. İşte belki de bu yüzden aşk Aşeka'dan türemiştir.
İlk aşka baktığımız zaman, bu birazda mitlere dayanmaktadır. Adem ile Havva birbirlerine aşıklar mıydı ya da Adem Havva’ya duyduğu aşk için mi yemişti yasak elmayı ve bu cennetten kovulmalarına mı sebep olmuştu? Adem bunu aşkı için mi yapmıştı?
Truva savaşında Troya’nın düşmesinde de yine bir aşk hikayesi var. Mykene kralı Melenaos’un eşi Helen’in Paris’le kaçması başka bir kaosa sebep olmuştu.
Yine Romalı generral Marcus Antonius ve Kleopatra arasında geçen aşk hikayesinde senato tarafından vatan haini ilan edilip kaçmak zorunda bırakılmışlar ve sonunda birlikte intihar etmişlerdir.
Leyla ile Kays’ın (Mecnun) hikayesine bakacak olursak birbirleri görüp aşık olmuşlar ama Leyla’nın annesi buna karşı çıkmış ve görüşmelerini yasaklamıştır. Kays bundan sonra deli anlamına gelen Mecnun adıyla anılacaktır. Rivayet odur ki Mecnun dünyayla bütün bağlantısını kesmiş ve çöllere düşmüştür. Hatta Leylâ’nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün Leyla Mecnun’u çölde bulduğunda Mecnun onu tanımaz ve “Leylâ benim içimdedir, sen kimsin?” der. Leyla geri döner ve hayata gözlerini yumar. Leyla’nın öldüğünü öğrenen Mecnun yaradana yakarır ve kendisini Leyla’sına kavuşturmasını ister. Duaları kabul olur ve Leyla’sına kavuşur.
Platon’un Şölen adlı kitabında şöyle geçer: ‘’Homeros der ya yiğitlere tanrı yürek üflemiş, işte budur sevginin sevenlere verdiği güç. Başkası için ölmek! Bunu yalnızca sevenler yapabilir, erkekler değil yalnız, kadınlar bile. Palias’ın kızı Alkestis, Yunanlılara bu dediğim örneği verdi. Kocası için bir o ölmeyi göze aldı, oysa ki anası da vardı babası da. Ama sevgi kadına öyle bir yürek verdi ki onun yanında ana baba oğullarına sadece isimle bağlı birer yabancı gibi kaldılar. Bir kadın yaptı bunu, hem de öyle bir yaptı ki yalnız insanlar değil, tanrılar bile şaştı kaldı ve o kadar güzel buldular ki yaptığını, Hades’ten yukarı çıkmasına izin verdiler. Oysa bu yetkiyi tanrılar nice nice güzel işler yapmış nice nice insanlar arasında pek az kimselere vermişlerdir. Demek tanrılarda sevginin insana kazandırdığı gücü ve erdemi her şeyden üstün tutuyorlardı.’’
Genel anlamda aşk birazda böyledir. Kadın erken diye bir ayrım yapılmaması gerekli. Her iki tarafta bir şekilde birbiri için tutuşurken yine birbirlerine zarar vermekten kendilerini alamazlar. Durumlar taraflar arasında değişim göstermekle birlikte kaotik bir hal alabilir. Zaten aşk taraflar arasında çekim kuvveti azaldıktan sonra bahaneler bulmaya başlamıyor mu? Sonra arkasından bir başkasında yer bulmaya daha sonrasında aldatışlara doğru bir ivme göstermiyor mu?
Günümüz aşklarına baktığımızda artık daha kötü ne olabilir ki diye düşünmekten insan kendini alamıyor. Kişinin bir başkasına kendini farklı şekilde sunma düşüncesi ve ardından gelen ‘’ dur bu böyle değildi ilk başta, şimdi ne oluyor buna’’ dedirtmeye başlıyor. Sonra insan kafasından kurmaya başlıyor ve düşündükleri yüksek ihtimalle gerçekleşiyor. Artık evrene bu tür enerjiler göndermemek mi gerekiyor ya da bu düşüncelere ulaşınca oradan hemen uzaklaşmak mı gerekiyor? Ama biz genelde neyse diyip yolumuza devam etmiyor muyuz? Sonrasında peşinden gelen dünyayı birbirine katan bir yıkım.
Aşk bir anlamda dünya üzerinde insanın kendi eksik parçasını arama düşüncesinden çok daha fazla bir olgu. Üzerine şiirler, romanlar yazılan, korkunç ama intihar edilen, risk alınan, hayatlarımızı mahveden… ama şu da var ki eksik parçamızı bulduğumuzda yeryüzündeki tüm olumsuzlukları çiçeklerle donatılmış tabiri cennetten bir bahçeye çeviren bir renk.
Tin ve tenin ateşinde iç içe eriyip bütünleşerek insan oluşun tılsımını meydana getirdiği aşk, belki de insanı tanımlamaya en uygun bir kavram.
Aşk tüm gerçek insani değerlere yabancıdır; çünkü, kurnaz yüreklerde yeri olmayan aşk, koşulsuz adanmaktır; aşkta her şey kendini, kendindeki her şeyi rahatça verebilmeye dayanır. Aşkta ruhlar çıplak olmalı, ulaşmak için insanın kendisinden vazgeçmesi gerekli.
Aşk, aklın iradesini yok eden bir tutkudur.