Acedia, öğle sıcağına temas eden saatlerde uyandı. Yeşil tonların haykırdığı çayırın gürültüsünü evine doldurmak için nazikçe penceresini açtı. Bir körü bile umutlandıracak kadar yeşil, tüm iştahıyla gözlerini acıtıyordu. Baharın gelme sebeplerinden olan beyaz kollarını göğe açan papatyaların ayaklarında yarattığı karıncalanmayı hissetmek için yalın ayak toprağa bastı. İçindeki okyanuslar uyanmış, burnuna doluşan şehvetli güneş kokuları başını döndürmekteydi.

İnsan nasıl mutsuz olabilir bu hayatta, diye geçirdi aklından. Sadece yaşayabilmeye değil, mutluluk ve haz almaya gelmiş biz faniler nasıl mutsuz olmayı başarabiliyoruz, kesinlikle algılayamıyordu.

İçine sinen çiçek, polen, kuru toprak, güneş saçıntıları, kuş çırpınışları ve göklerdeki deniz renginin esrikliğiyle bedenini yere bıraktı uzunca. Parmak uçlarına değen adını bilmediği otların sesleri adeta etinden içeri akıyordu, silik bulutların acemice tutuşturulduğu gökyüzünün sonsuzluğu gözlerinde tekrar can buluyor, nefesine tadım tadım zerk olan çiçek renkleri, boynundaki damarları şehvetle şişiriyordu.

Hevesindeki huzuru tanımlayabilecek, var olmuş ya da olabilecek hiçbir mahlukata izah edebilecek mecali yoktu. İyi ki geçtiğim yollardan geçtim, iyi ki kaybolduğum karanlıklarda en dibe düştüm ve ne güzeldir ki insan denen bu muhteşem varlığın efkarlanabileceği kadar unutuldum. Tüm bu tel örgü kanamalarından sonra şimdi burada olabilmeyi, altında olduğu çağlayanın çığlıklarını işitememeye benzetiyordu. Doğanın sarıp iyileştirdiği ve tekrar diktiği damarlarından şu an hayat akıyordu. Kusursuzlukla çevrelendiğinin bilincinde, bir kez daha teslimiyet hissetti tabiata. İnsanın aradığı tüm ışıklı yollar, içindeki karanlık dehlizlerin sonunda yatıyormuş, bunu bizzat tecrübe ederek bellemişti.

Acedia'nın geriye kalan nefeslerinde asla kedere yer yoktu ve hiçbir şey onu şu mutluluk uykusundan uyandıramazdı. Başını usulca sağa doğru yatırıp gelinciklerin gölgesine soktu yüzünü. Hemen gözünün dibinde, neredeyse uzun kirpiklerine değme yakınlığında bir bok böceği ters dönmüş çırpınıyordu. Böceğin ince kıllı bacaklarındaki ve antenlerindeki ıslak bokun tadını ağzında hissetti.

Midesi bulandı. Böceğin üstüne kustu. Nefes alınamayacak kadar sıcaktı. Çok ama çok sıcaktı. Soktuğumun böceği, dedi, ağzındaki kusmukları ılıkça yutmaya çalışırken. Soktuğumun bok böceği...