Acı çekiyorum. Kendimi teslim ettiğim kişinin bana çektiği acıları çekiyorum. Ne yapmalı bilmiyorum. Öncesinde bakışlarını çekmek için dalga geçerdim onunla, sonrasında hunharca övgüler düzmeye başladım. Hiç kimseye karşı bu kadar açık açık iltifatlarda bulunmadım. Dalga geçtiğimde bundan rahatsız oluyordu ancak ona iltifat ettiğimde ettiğim iltifatlar onun için hiçbir bir anlam ifade etmiyordu. Sanki karşımda bir duvar varmış gibi hiçbir iltifatımı kabul etmiyordu. Şimdi pişmanım. Öncesinde onunla fazla dalga geçtiğim için pişman olmuştum. Sonrasında yani şimdi ise ona fazla iltifat ettiğim için pişmanım. Ne yapmalı ne etmeli hiç bilmiyorum. Yalnızca kendimi kötü hissediyorum. Ayarsızın tekiyim ben herhalde. Haytanın biriyim herhalde. Şeytan da yürür ardım sıra, ıslık çalıyor muyum acaba. Neyse bunların hiçbir önemi yok deyip geçmiyorum da. Neden mi? Bilmiyorum ki. Ben de böyleyim işte. Bende bir şeyleri unutmama hastalığı var. Unutmak mümkün olmuyor benim için. Her neyse sanki iyi oluyorum şu anda bunları yazarken ve In the Mood For Love dinlerken. Daha iyiyim bu şekilde. İçindekileri yazarken ve enfes bir müzik dinlerken ister istemez insan arınıyor bir şeylerden. E zaten işe yaramayacaksa niye yazıyor ve niye dinliyoruz. Bence her zaman umut vardır. Ben buna inanıyorum. Hayatı absürt kabul ediyor olsam (ki öyle kabul ediyorum) bile hiçbir zaman umuttan uzak olmadım. Evet zor şeylerle karşılaşabiliyoruz fakat biz yaşamayı tercih ederiz bence olabildiğince. Eğer intihar edemiyorsak veya intihar etmeyi tercih etmiyorsak yaşamanın bizim için kıymetli bir yanı var demektir. Ben hep şöyle derim: Ben yaşayarak intihar etmeyi tercih ettim. Benim intiharım da yaşamayı tercih etmek oldu. Böylesi daha iyi, daha güzel. Ha o mevzu mu, yani beni pişman eden o güzel kız mı, ona ne mi oldu? Bilmiyorum, hâlâ içimde bir yerlerde duruyor fakat ilerde onunla bir şey olur muyuz bilmiyorum. Olmasını isterim. Çünkü çok güzel. Çok hoş. Çok latif. Ama bir o kadar da zor biri. İblisin ve bir peygamberin aynı varlıkta cirit atması gibi. İblis kadar gaddar ve merhametsiz, peygamber kadar güzel, içi ve dışı her ikisi de güzel. Ama iblis yanı beni yakıyor. Düştüm bir belaya yol belli değil, yatarım yatarım bu latif ve güzelin bana çektirdiği ıstırap ne zaman biter belli değil. Keşke ona itiraf edebilseydim onu sevdiğimi ama söyleyemem ona itiraf edemem, en azından şimdilik edemem, daha değil, şimdi değil. Çünkü hayatında birini istemediğini söyleyip duruyor sürekli. Ne yapabilirim ki ben böyle çaresiz? Ancak zamanını bekleyebilirim. Onun için tam olarak ne ifade ettiğimi bilmiyorum. Bence bunu o kadar da düşünmeye gerek yok. Yalnızca zamanı geldiğinde ona onu sevdiğimi söylemem gerekecek. Şansımı denemem gerekecek. Kabul ederse ne âlâ. Kabul etmezse yüreğimin loş ve derin mahzeninde yeni bir gedik açılacak. Ve belki de sonsuza dek orada kalacak. Evet belki onunla bir şey olmadığında ve yeni biriyle hayatıma devam ettiğimde biraz da olsa unutulacak. Fakat hiçbir zaman silinmeyecek. Çünkü hep onunla yaşanmayan hayat üzerine düşünüp duracağım. Bazen dalıp gideceğim. Acaba neler yapıyor diye düşüneceğim. Ve o anki eşim bana dönüp şunu soracak "Hayatım, ne düşünüyorsun daldın gittin?" Ben ise "Eskiden biri vardı, onunla aramızda bir şey olmadı, onunla yaşanmayan hayatımı düşünüyorum." diyemeyeceğim. Yaşanmamış bir birlikteliğin ağırlığı ve ıstırabıyla belki de bu dünyayı terk edeceğim. Son sözüm özlemini çektiğim kişiye olacak. Eğer ben gittiğimde o hâlâ yaşıyorsa: Seni hiç unutmadım, içimdesin hâlâ. Ben seni biricik görürken, senin beni ne olarak gördüğünü hiç bilemedim. Fakat hâlâ senden vazgeçmiş değilim. Bu dünyadan ayrılıp giderken bile sonraki hayatımızda seninle birlikte olmayı arzuluyorum. Hem senden hem de yaradandan. Seni hiç unutmayan kişi. Ve sen hiç unutulmayan kişi. Elveda, görüşürüz...