BİR



Gözünün gördüğü her şeyi tek tek karşısındaki beyaz duvara ve ocağa fırlatmaya başladı eline aldığı ilk şey beyaz küçük üçlü kase takımı oldu, bir tanesinin içinde bulunan çay bardağını öyle hiddetle atmıştı ki, bardak duvara değdiği an parçlara bölündü, sırayla kaseler, tava, fırın tepsisi, zeytin dolu bir bidon, ekmek için köklenmesini beklediği çiçek ve su dolu saksısı... hepsi duvarda kendi lekesini bırakıyor ardından son hız yere düşüyordu, zaten karman çorman olan mutfak daha da iç içe girmişti şimdi. 


 Fırlattığı şeylere bakıp sinirle gülümsedi, az önceki öfkesi yavaş yavaş eriyordu sanki.


 Adımlarını seyrek tutarak ocağa doğru yaklaştı, ayaklarına batan cam parçaları o an için çok da acı hissettirmiyordu sanki. Ocağa yaklaşınca dumanı tüten demliği aldı, bu sefer ki hedefi 4 odalı duvarın kirlenmemiş diğer cephesiydi. İçi dolu olan çaydanlığı fırlattığında kaynar çay ve kaynar suyun bir miktarı üzerine dökülmüş ve muhtemelen derisini yakmıştı. O an hissetmiyordu. Yere dökülerek karşı duvara varan demlik büyük bir gürültü kopardı. 


 Ve sonunda kapısı yumruklarla çalınmaya başlamıştı, muhtemel o ki komşuları çıkan seslere sinirlenmiş gecenin bir vakti üşenmeden toplanmış ve kapısına dikilmişlerdi. Sesleri uğultu gibiydi, hatta sivrisineğin vızıltısı gibiydi "rahatsız edici" dedi kendi kendine. Çekmeceyi açıp bıçaklardan birini aldı, kollarındaki yanıklar kendini gösteriyor ayağı kanıyordu lakin halinden haberi yoktu. Kapıyı açtı, bıçağı önde tutuyor boş gözlerle etrafına bakıyordu. 

Kapıya yığılan kalabalık yavaş yavaş geri çekildi, ürperti dolu gözlerle baktılar birbirlerine.


 İçlerinden biri akıllılık edip polisi aradı, insanın içine ürkeklik katan sessizliğin içinde bir tek onun sesi vardı ve binanın içinde yankılanıyor, loş ışık bir tek onun simasını gösteriyordu. 


"Bir şikayetim var" diyerek söze başladığında, kapıdakilere meydan okurcasına bıçağı tutan kişi ağlar gibi kahkaha attı


Şimdi attığı kahkaha boş oturma odasında yankılanıyor sesi arttıkça yanağına yaşlar süzülüyordu. İşte tüm bu olanlar gözünün önünde olup biterken kendisi oturmuş seyrediyordu, izliyor izliyor izliyor ve hep bir sonuç almadan başka insanlar araya giriyordu. Polis arandıktan sonra ne olduğunu asla öğrenemedi mesela, çünkü kapı çaldı. "Lanet olası" dedi içinden. Ayaklarını sürüyerek kapıya gitti "kim o" dedi ve cevabı almadan kapıyı araladı. 


"Afiyet olsun" 3 kez görüştüğü karşı komşusu elindeki tabağı uzatırken olabildiğince nazik gibiydi. Ufak bir gülümsemeyle tabağı alıp kapıyı kapattı. Elindeki tabağı mutfağa götürdü, içindekilere baktı, karnının aç olup olmadığını o saniyelerde anlayamamıştı. Tabağı bırakıp mutfaktan çıktı, boş oturma odasına geri döndü ve yere çöktü. 


Bu kez üç kişiydiler, kendisi, sevmediği biri ve sevmediği diğeri. 


"Bir şey söyleyeyim mi, benim gözümde hiç büyümüyorsun" dedi biri, diğerine. 


Diğeri bıyık altından gülümseyerek 


"Boyum kısa kaldığı içindir" diye karşılık verdi. Biri sevecen bir tavırla


"Hayır hayır, sandığın gibi değil. Seni hep çocuk ve masum görüyorum. " dedi. 


'Bana hiç bunu söylememişti' diye geçirdi içinden kendisi, konuşmalar devam ederken midesinin bulandığını hissetti. O ikisini orada bırakıp çıktı ve yalnız kalacağı bir yere gitmek istedi fakat yalnız kalamıyordu, her yer doluydu her yer boğucuydu. 


 Sonunda balkona çıktı, orada kimse yoktu, gökyüzüne çevirdi kafasını yıldızlar bile yoktu


"Güzel" dedi, mide bulantısına şimdi bir de baş dönmesi eklenmişti. Demir korkuluğu olmayan balkonun kenarına iyiden iyiye yakın duruyordu, baş dönmesi artmış gözleri istemsizce kapanmıştı. Ve düştü, hiç savrulmadan dümdüz akıyordu aşağıya doğru, kaçıncı kattaydı? Ne zaman zemine varacaktı? 


Sonunda beklenen şey gerçekleşti, yere düştü. 


Kafası kaldırım taşına çarpmış gibi hissediyordu oysa sadece oturma odasının parkesine değmişti kalorifer peteğinin yanında sağ kolunun üstüne düşmüş bir haldeydi. 


"Ölemedim yine" dedi.