Bu sabah, her sabah olduğu gibi erkenden uyanılmış, kahvaltıya oturulmuştu.

Ağır ağır yapılan kahvaltıya haberler eşlik ediyor; kumral, yüz hatları keskin spikerin sunduğu haberlerden çarpıcı olanlarının üzerine konuşuluyordu.

— Fren ve gazın yerini şaşıran acemi şoför markete daldı.

Bir ölü, iki yaralı.

Bir ölü!

Boşalan bardağıma çay eklemek üzere çaydanlığa uzanıyorum. Annem çayını alıp sigara içmek üzere verandaya doğru yol alıyor. Çakmak sesi,

— Çççtttt.

Bardağımı lebalep doldurup kalktığım yerimi tekrar alıyorum. Haber sunucusu işini yapmaya devam ediyor. Göz torbalarına dikkat kesiliyorum. Ansızın yaşı geliyor aklıma.

Yaşı!

Düşünürken annemin telefonu çalıyor.

Değişmeli bu melodi değişş...

Annemin feryadı basıyor tüm evi.


— Hayır Songül hayır yalan söylüyorsun, sen böyle bir şeyi nasıl söylersin!

Songül sen böyle bir şeyi nasıl söylersin!

Her birimiz yerimizden fırlayıp başına çullanıyoruz annemin.


— Aaaay Remziye abla sen nasıl bırakırsın bizi, sen ölemezsin!

Damarımda gezinen kanın boğazı sıkılmış gibi hissediyorum.

Bir ölü!

Remziye halam. -En sevdiğim halam.-

Babamın vefatından sonra kaldırılamayacak yük. O yokluğa henüz yeni yeni alışmaya çalışırken üç yıl arayla bu olmamalıydı.

Yeni yeni alışmaya çalışırken dediğime bakmayın daha dün sofraya dört yerine yine beş çatal kaşık bırakmışım.

Hepimizin gözü sofradaki fazla çatal kaşıkta olduğundan ekmek değil de taş yutuyor gibi hissettik. Yemek yiyemedik ama doyduk acıya.

Düşünceler,

düşünceler,

düşünceler...

Ve yere yığılmış, saçı başı darmadağın, yer ile kendi ile dövünen annem.

Annemin sesine toplandı komşular, biz aceleyle giyinip babaanneme geçmek üzere çıktık evden. Yolda öğrendik halamın uyurken vefat ettiğini. Hep söylerdi:

"Acaba nasıl olacak ölümümüz?" derdi.

Bekârdı halam. Sevecen, cana yakın, şen şakrak bir kadındı.

Öyle içten öyle sıcak.

İyilerin bu dünyadan erken göçtüğüne o zaman inandım.


Ev kalabalık, herkesin yüzünde hep aynı inançsız ifade. Salonda boylu boyuna uzanmış halam, üzeri örtülmüş.

Görmek istiyorum. Örtüyü aralayıp yüzünü gösteriyorlar, melek halam güzel bir düş görüyor gibi yüzü.

Ölmüş gibi değil!

Hayır değil uyuyor o!

Öpeceğim ve uyanacak, öpüyorum...

Uyanmıyor. Otopsiye götürmek üzere gelip alıyorlar halamı. Hep beraber hastaneye geçiyoruz. Uzun bekleyiş ve gittikçe çoğalan kalabalık...

Cenaze yıkanacak şimdi onun için bekliyoruz. Annem yıkamak istiyor öz kardeşi gibi sevdiği, saydığı halamı. Hastaneden çıktıktan sonra defin işlemleri çok çabuk ilerliyor.

Kalabalık, kalabalık, kalabalık...

Mezarlıktayız.

Daha bir hafta önce bayram ziyaretine babamın mezarına geldiğimizde halam:

"Ölürsem beni kardeşimin yanına, şuracığa gömün." demişti.

Halamı bugün tam söylediği noktaya defnettik. Cenaze sürerken annem, yengemle birlikte babaannemlerin evinden halamın eşyalarını toplamaya gitmiş. Eve geldiklerinde eşyalarını görüp üzülmesinler diye. Yatağı hariç tüm eşyaları toplamış, kıyafetlerini yardıma muhtaç insanlara vermişler.

Cenazeden çok sonra takılarını yeğenlerine, yani bizle beraber kuzenlerime, halamdan hatıra kalsın diye pay ettiler. Birkaç da parfüm... Telefonunu, küçük kardeşimin telefonu olmadığından onun kullanmasını istediler. Galerisine giriyorum. Fotoğraflarına, en son ne izleyip ne dinlediğine bakıyorum.

Okuma yazma bilmezdi, ders videosu izlemiş, birkaç dua dinlemiş. En son dinlediği şarkı "Ruhumda Sızı".

Ne sızı hissetti acaba o çiçekli ruhunda?



Ölü birinden kalma parfümler süründüm bugün.

Ölü!

Çok güzel koktuğumu söylediler.

Siz hiç en sevdiklerinizi kaybettiniz mi?

Bu kaybın verdiği güçlükleri yüklendiniz mi?

Acıya inanıyoruz.

Acıyla sınanıyoruz.

Acıya siniyoruz.