Gün ağarıyor, nefret yüklü bulutlar yeryüzüne kusmak için ağır ağır ufuktan savruluyor. Güneşin önüne barikat kuran kara bulutlar yeryüzüne savaş açmış gibi kararlılıkla ilerliyordu. Mavinin koyu tonlarına ulaşan gökyüzünü karartmak için rüzgar, kara bulutlarını dört bir yana dağıtmakla meşguldü. Saat dediğimiz ilginç kavram ilerlemekteydi. Tüm hazırlıklar eksiksiz yapılmak zorundaydı. Bu sabah yeryüzünü ağlatmak, yeryüzünü dağıtmak, varsa yeryüzünün üzerindeki canlıları boğmak amaçlarından sadece birkaçıydı. Gökyüzü kararmıştı, hatta öyle ki ona gökyüzü bile diyemezdik, gök küreyi yoğun bir kara bulut sarmıştı. Ve ansızın bir gürültü yükseldi. O gürültü ki yeryüzündeki canlıların oyuklarına kaçmaları için sadece bir uyarıydı. Ve ardından bir uyarı daha, bu sefer daha şiddetli ve ihtişamlı olmuştu. Adeta görsel şölen vardı. Aşırı güç bir patlamaya neden olmuştu. Etrafı iki saniyeliğine aydınlatmıştı. Bu aydınlatma canlıların oyuklarına girdiğinden emin olmak içindi. Ardından bir damla yeryüzüne doğru süzüldü. Ve bir damla daha. Yavaş yavaş hızlandı. Çok hızlandı. Öyle ki sanki gök küre yeryüzüne düşmek için çabalıyordu. Nefretlerini sırtlarına yüklemiş bulutlar sanki su değil de binlerce yıldır patlamayı düşünen bir volkanik dağ gibi alev saçmak istiyordu. Yakıp kül etmek, bu da yetmezmiş gibi kil yüklü fırtınalarını yaktıktan sonra üzerine serpiştirip sonsuza kadar senin aciz içinde olan vücudunun aciz heykelini yapmak istiyordu.