İçimde bir canavar var, ne istediğini bilmiyorum.


Her şeyin parçalanmasını arzuluyor, zıtlığın sarhoşluğu sıcak. Yatağa gel diyor sevgilim, biraz üşüdüm, ekmek almam gerek diyorum. Canavar yatağa gidiyor.


Bakkalcı pek komik, yaşlı ve sivri burunlu. Şeker ve un paketliyor bana. Biraz gülüyor; ne fazla ne az, sanki o gülüşünü, kocaman bıyıkların ardındaki o gülüşü bile tartmış. Yolda hep kediler. Tecavüzcü bunlar diye düşünüyorum, biraz da tartılan gülümsemeyi. İçimde ki canavar hep gülüyor başkasına...


Eve geldiğimde tartılmış hayatımı ölçmeye çalışıyorum. Sevgilim çıplak. Duş almış; ağzında sigara, saçları ıslak, damlalar akıyor memelerinden, bacağından aşağıya. Beni görmüyor, silik olan beni. Bir tamirci çırağının kirli beziyle silinmek, kafama yatıyor bu cümleler. Ardında leke dolu sıcaklık bırakmış, terler her bir yanımda.


Mutfağa gidip hiç kullanmayacağımız unu koyuyorum. Ne ben dolaba un koyulur biliyorum ne de televizyon başında ki sevgilim. Her şeyi dolaba koymak, ağzına kadar, orada öylece dolmasını beklemek, hiç bozulmayacak, benim küçük güzel bahçem; beni terk etmeyecek, çekip gitmeyecek ondaki... Dolap tanrıydı ben ise ibadet eden bir kul. Bu kul ki içinde beslediği bir canavar var ama şşşş. Kimse duymasın. Duydukları da yok ki.


Ona güzelinden elbise diktim, kırmızı mavi falan rengi, saçlarını taradım, çocukluk anılarımdan biraz yedirdim; büyük dudaklarından aktı; şapkasını takmasını söyledim, hava sıcaktı; yüzünü gölgele, gülümse, kimse anlamaz böylece ne kadar acının olduğunu; kötürüm birini kim ister, ağlayan, biraz da şikayet eden, sen dedim... Utandı, ben sen dedim, o ben mi diye cevap verdi.


Ertesi sabah iş vardı. Gece terli bir seks. Sabaha ertelenmiş sigara. Kahve soğuk, hava temizdi. İntihar mı etsem ne, derdi kesin varoluşçu bir yazar; pencereden uzun uzadıya izler gördüklerimi, sigaranın dumanları odanın içinde dakikalarca asılı kalır. Anlardınız yani işte adam gibi adam. Ben ise orada, sigara içerken, biraz da miyopluğumla kambur, alın işte size verebildiklerim. Sizi meşgul eden daha fazlası benden uzakta. Adam gibi adam yok ki burada.


Sigara içen bir adamlıktı bendeki. Daha fazlası değil.


Sevgilim verdiklerimden şikayetçi. Hep bir zıtlık benden istediği. Almak istemiyormuş, biraz adam olmamı, bazı şeylerin canımı yakmamasını ve kes lan dememi istiyormuş. O söylemedi arşınladığım günlüğünde yazılı bunlar. İyi adamım ya hane... Oradaydı. Hayatımı daha sıkıcı nasıl yaparım derken tanrı bana onu verdi, böyle yazıyordu bana söylenmiş kelimeleri; oysa akşam sevişmiştik. Güldük, yatarken karaladığı şeyin saati bile orada. Sevişmenin ardındaki karalama.


Bende ki de yürek diyemiyorum ki. Neden herkese iyi olmak zorundasın.


Bu ses canavara bir tokat. Herkese verdiklerim, benden alınanlar ve gizlediklerim. Sahi neden herkese iyi olmalıyım. Annemi ağlarken gördüm, babamın bağırışını, kocaman bir savaştı bizim evdeki, nereden bilecekler ki onlar... En küçük hatanın cezası hep bir bağrış çağrış... Ben neden hep iyi olmalıyım.


İşteyken bir müşteri beni yanına çağırdı. Karısı ve çocukları yanındaydı. İki velet, bir kızı var. Hepsi sarışın ve pek aptal gözüküyordu. Çok kaba olduğumu ve ismimi öğrenmek istedi. İsmimi söyledim biraz da gözlerim dolmuştu. Teşekkür etmek istedim. Canavarıma bir tokat daha.


Akşam yatağımda sevgilim çok iyi biri olduğumu fısıldadı. Cool maço erkek değil, sert ve bencil, biraz narsist ve biraz da başına buyruk, istediğini bilen biri. Bilmediklerimle, korkularımla canavarım, sil gözyaşlarını İsa geldi...


Döngülere gebe bir sıkıcılık, oyun ve kitap, zamanda sömürülmüş sayfalar ve yazılar. Hepsi benimdi. Ne yapacağımı bilmediğim bir gecem var. Sevsem mi dövsem mi? Babam böyle mi düşünür acep.


Yarını kovalayan işler, intihar mı etmeli diyemeyecek kadar karizmadan yoksunluk, baktığında gördüğün bir hiçlikti bendeki. Hiç bir kızın dönüp bakmadığı bir şey vardı bende. Gözlerime yansıyan ruhum ele veriyor olmalı, kızların ilgisinden yoksunluk, ne kadar yakışıklı olim, ne kadar bakımlı, hep görünmez olan bendeki. Anladıkları, uzak durdukları ne bilmiyorum. İlgilerini çekmeye bir gayretim yok, bakışlarım hep soğuk öyle deniyor yani. Bana baktıklarında bitmeyen bir kış görmeliler galiba. Bilmem ki...


Sevgilimin günlüğünü okuyorum canavarımla. O işte bende yatak uzanıyorum. Müdürünün asıldığını yazıyor. Sakalını sevmiş bende sakal yok. Jilet gibi takım elbisesine ayırdığı satırların toplamı değilim orada yazılan ben. Sesi erkeksiymiş. Gülüşünde bir güven, herkesi etrafında toplayan bir karizması varmış, hayran olmamak elde değilmiş ama yazmışta, benim için fazla, çirkin ve aptal hisseden benim için fazla. O aptalla sevişen ben. İnsan kendine hak biçtiğiyle yatarmış, öyle der herhalde bir şair. Sakal mı uzatsam?


Sabah yine bakkala gittim. Bu sefer biraz ekmek biraz da peynir istedim. Günaydın demedim. Kaşları çatıldı, alınmıştı söylememe anlamıştım. Günaydın deyip onu siklemek istemedim. Cool olmaktı istediğim. Gözleri doldu peyniri tartarken, tek kelime geçmedi aramızda. Bir kadın geldi, aldı bir şeyler, gitti bir şeylerle. O sessizdi. Poşeti alırken iyi günlerde demedim. Çıkıp gittim. Hava gri ve ben yürüdüm.


Sonra geriye doğru koştum. Hava sıcaktı ben terledim. Bakkala tekrar girdim ve günaydın dedim, iyi çalışmalar deyip ardıma bakmadan eve yollandım. Bakkalcı gülümsemişti, içimde ki canavar mutluydu.


Baba, ben niye herkese iyi olmak zorundayım?