Bilmiyorum bu kaçıncı ah edişim. Aynı türden haberi her okuduğumda kaçıncı kaşlarımın çatılması, gözlerimin kısılması ve kalbimin hızlı hızlı çarpması?Kaçıncı hüzünlenişim? Ruhuna bir Fatiha gönderip bir zaman sonra adını unuttuğum kaçıncı kadın bu? Kaçıncı çocuk? En önemlisi kaçıncı insan? Sayamıyorum. Anıt Sayaç'a bakmaya utanıyorum. Yaşanılacak güzel günlerin bir daha yaşanamayacak olması, kurulan hayallerin gerçekleştirilemeyeceği, gülümsemelerin solduğu geliyor aklıma. Midem bulanıyor, kendime gelemiyorum. Sahi, neden var ki Anıt Sayaç? Yaşadığımız toplum bunu mu gerektirdi gerçekten? Kaç topuklu ayakkabı daha sığdıracağız o sayaca? Kaç bebek, kaç çocuk ayakkabısı? Yitirilen yaşamların ardından kaç hayat savrulacak oradan oraya? Gözyaşları ne zaman dinecek, kaç gün sürecek mezarlarda çiçeklerin açması? Suçlular yakalanınca gerçekten diniyor mu yüreklerdeki o amansız sızı? Ölümün her türlüsü kabulüm de, bir cinayetlere yer edinemedim içimde. Sığdıramadım ne aklıma, ne kalbime, ne vicdanıma, ne de insanlığıma. İnsanlık… Güzel kavram doğrusu, üstünde taşımasını bilene. Ne mutlu insanı, insan olduğu için sevene. Ne çok ‘‘Kaç?’’ dedim değil mi? Bitmiyor çünkü. Sorular yanıtlarına kavuşamıyor. ‘‘Neden’’ sorusunun cevabını veremiyor kimse. Verilen cevaplar tatmin etmiyor. Sayıların yeri Anıt Sayaç değildir sevgili dostlarım. İsimlerimiz başarılarımızla gündeme gelmelidir, anılarımızı yaşatmak için her gün güncellenen bir dijital anıtta değil. Dünyada her kötülük daima cehaletten gelir, demiş Albert Camus. Ben bu fikre katılmıyorum. İyi derecede olsun ya da olmasın, eğitim almış insanlar da görüyoruz başkasının canına kast eden. En üzücü örneklerinden birinin, hukuk fakültesinde okuyan son sınıf öğrencisi bir gencin hocasını öldürdüğünü görüyoruz ne yazık ki… Ki Camus’nün burada bahsettiği cahillik ilim ile ilgili midir, tartışılır. Biz yine de bakarız. Ölümünün ardından gömmeyi unuttuğumuz insanlığın (!) yarattığı faciaya bakarız o sayaçta. Artmamasını dileyerek kapatırız sayfayı. Belki komşumuzun ismini görüp ağlayarak kapatırız, belki ablamızı görerek geride kalan çocuklarına üzülürüz, belki en yakın arkadaşımızı görerek anılarımızı tazeleriz, belki de annemizi görerek şefkat ihtiyacımızı bastırmaya çalışırız. Sonunda hep ağlayarak çıkarız o sayfadan. ‘‘Bir daha yaşanmasın’’ temennilerine inandırmaya çalışırız kendimizi.
Öyle ya, yaşamdan başka her şey kolay bu hayatta. Bir yaşamayı beceremedik, bir de yaşatmayı ne de olsa.