Adım adım kuşatılmış düşlerin memleketi,

Kokusu siner; ocağında yakılmış birkaç şiirin,

Ve illa sesi duyulur her sokağında üşümüş muhtaç bir kedinin,

Evlerin yalnızlık naralarıyla birlikte, babaların solmuş yirmi yıllık ceketi,

Kimin yaşı kadar saklanmış bilinmez,

Veya kimin yaşı akar gün batımından,

Bu defa huzurla, adım adım kuşatılmış düşlerin memleketi. Ara sokaklar uyarıyor, "kımıldan," diye. "Tehlikeye karşı kımıldan!"

Siyah yorgan bu defa nasıl hevesli, sahipsiz yavrusunun bakımından,

Bulutlar bile birbirleri ardına saklanarak her zamanki danslarını ederken,

Soruyorlar, "Biraz gülümser misin? Gülümsersen... gülümsersen..."

Hoş bir melodi eşliğinde sesleri karışıyor, yankı yankı,

Cevap vermiyor memleket sakini, muhatabı başka, "biraz esersen," diyor durmadan, "biraz esersen, durup bakacağım aşka,"


Dünden bu yana dikkatlice yürümüş sakin,

Ey sakin, bu kaldırımlar bu sefer düz gitmez,

Uyarılar boşa, ne önüne bakar ne dününe,

Çünkü yan tarafında kargı kuşanan martılar şarkı söylüyor sevdalı bakışların düğününe!

Kim bilir, belki de umudu yitirtenlerin ölümüne,

Yana yana satılmış kışların memleketi,

Temkinli bakışlardan, hevesli gençlik gülüşüne,

Adım başı heyecan, adım başı şehvetten,

Göz gözü görmüyor, yaşlı bir çınar, bin yıldır Üşümüş,

"Yoruldum!" Diyor, "gönlüm bezdi bu memleketten, "

Çevrede yüksek kahkahalar ezdi ezecek tükenmişliğin kehribar rengini,

Bu memleket uzak, yazılmayacak kadar belirsiz, özlemler gibi tuzak...

Oysa hava ağır ağır akınca, karanlık sevdalı bir bakış olup ışıklara çökünce,

Yüreklerde ne sakınca kalır, ne de dillerde tek tümce,

Sessizlik böyle işler adım adım kuşatılmış düşlerin memleketinde,

Ve bunca sözden sonra aşk, ne kutlu bir yakarış, anlatılması en zor olan, düşman gibi yürür tinde,

Umut penceresinden bakan hemen görür keskin bakışlı birinin gözlerinden ellerine kadar uzanan yolculuğunda eşlik edişini bir viyolanın,

Bir kez göğe yükselmiştir sesi, Tınısı kaplar kalbini, duyanın.

Gidenin geri dönmeyeceğine şahit olmuş şanlı konvoy nasıl da söylenir,

"Dön," der. "Bu yol seni mahkum beller, sallandırır,"

Bir pencere kenarında, burnunda ıtır kokusu,

Son gözlediği yoldakinin gözleriyse,

Asılmak ister yok ki korkusu,


Bundan gayrı susmasına gerek yok dilinin,

Her savaş meydanında yenilmiş; haince, kahpece, ihanetle sarılmış, yalanla öpülmüş dudağının asırlar kadar uzak kenarı,

sinsice kanatmış sözleri,

İçinde sivri sivri duyulur batışı bir çivinin,

Gelen günler tez kanlı, birbiri arkasına sıralanıp, yeni doğan çığlığı gibi her biri "silinin!" Der, "silinin ey huzursuz saatler, ağlayan akşamlar, sonsuz olup kahır çektiren şarkılar, dizleri üstüne düşmüşe acımayıp aldatan zincirler, birkaç yüz arasında sayıklarken maske takanlar, silinin!"


Bundan sonrası menekşe rengidir bu memlekette,

Alınan her nefes buzdan kuleler kadar berrak,

Tuzlu bir esinti soğuk denizin armağanı olur,

Hele gözler kapanınca, kalabalığın sesleri birbirini öyle bir kucaklar,

Sevda türküleri, acımasız küfürleri bile paklar,

Tanıdık bir manzara bu memleketle birleşir,

Durgun bir göl.

İçinde beyaz bir yılanın ruhunu taşıyan kadın,

Bile bile teslim olan başka bir sakin,

Böyle efsaneleri hatırlatır,

Adım adım kuşatılmış düşlerin memleketi,

Elinden oyuncağı çalınan çocuk neşeyle,

"Düşsün," diyor. "En azından gidene kadar benimleydi,"

Demek ki bu memleket sabırla, şükürle, aşkla şekillendi.