Türkiye'de kasabalarda, beldelerde ve köylerde yaşanan çoğu hayatlar, ülkenin kültürel gelişimine yön veriyor.

Öyle ki bu konuda bir ailenin geçiminin çiftçilik olması da memuriyetlik olması da farketmez.

Çünkü bir memur çocuğu da bir çiftçi çocuğu da geçmişiyle ve geleceğiyle hep kavgalıdır.

Geçmişi onu yaşamsal mecburiyetlerle boğarken, gelecek kaygısı benliğimle çıkmazlara sürükler.

Yaşadığı toprağın geçmişi, mensup olduğu ailenin mevcut sosyal konumu, şahsi gelecek kaygısı arasnda sıkışıp kalır.

Bu arada kalmışlık onun çok sağlam bir psikolojiye sahip olmasına sebebiyet de verebilir, duygusal olarak yaralanmasına da.

Geçmiş ama hala izlerini hissettiren toplumsal yaşanmışlıklar ve alışkanlıklar insanı bir kolundan tutar ve kolayca bırakmaz .

Gelecek ve rotası belirsiz, merak uyandıran ve dahi heyecanlandıran yollar ise diğer kolundan tutar.

Toprağından ve geçmişinden aldığı gücü nasıl kullacanğını bilemeyen çocuklar büyüdüklerinde attıkları adımlarının yarısını vefaya yarısını da umuda adarlar.

Çünkü vefa, kendilerini büyüten, yetiştiren, yediren, içiren, giydiren ve nefeslendiren toprağına borcudur.

Umut ise doğumundan yaşadığı güne dek hayata bağlayan, yarına inandıran ve hayali ne ise ona yaklaştırandır.

Bir kolunda geçmişine vefası, diğer kolunda bilinmezine olan umudu, attığı adımları da yüreğindeki sandıkta saklar.

Toprağın kokusunu elinde bilen çocuklar kaç yaşına gelirlerse gelsinler adımlarını hep saklarlar sandıklarında. Küf tutmaz, ışığı sönmez, ağzı kilit tutmaz sandıklarında.