Madonna'yı anımsatan sarı, kısa saçlarıyla güzelliği adeta yer yüzüne meydan okur gibiydi. Gözleri, bana karşı olan nefreti sönmüş, tıpkı eski günlerdeki gibi bakıyordu. Onu seviyordum, ancak bir o kadar korkuyordum. Gözlerinin içine yemek boyunca bakamadım.

Şeyma'nın yaşamı, bir tür aile baskısı altında şekilleniyordu; hatta bu durumu sadece genel bir aile baskısı olarak adlandırmak yetersiz kalıyordu, çünkü bu baskının asıl kaynağı babasının bu konudaki kayıtsızlığıydı. Ancak, Şeyma'nın üzerindeki baskıyı belirleyen temel etmen, annesinin aşırı muhafazakar tutumuydu.

Her gün evden çıkarken kapalı bir şekilde ayrılan Şeyma, sokağın sonunda geldiği noktada örtülerini çıkararak özgürce yaşamına devam ediyordu. Bu, bir tür çifte yaşamın habercisi gibiydi; belki de içinde bulunduğu muhafazakar aile ortamıyla dışarıdaki özgür ve bağımsız kimliği arasında bir denge kurmaya çalışıyordu.

Ancak, Şeyma'nın kalbinin temizliği ve merhamet dolu doğası, bu baskıcı atmosferde bile belirgin bir şekilde parlıyordu. O, sadece ailesinin beklentileriyle değil, kendi içsel değerleriyle de mücadele ediyordu. Gözlemlediğim kadarıyla Şeyma, yaşadığı zorluklara rağmen içsel gücünü korumayı başaran, güçlü bir kadındı. Bu durumu güzel bir şekilde ifade etmek gerekirse, Şeyma'nın hayatı, içsel çatışmaların bulunduğu derin bir hikayeyi içinde barındırıyordu.

Gözümde, o bir özgürlük arayışının kahramanı gibi duruyor. Çocukluğundan gelen baskılara, tacizlere ve mahalle hayatının ağırlığına karşı direniyor. Şu an özgür olma ihtiyacı hissettiği bir dönemde, hâlâ geçmişin gölgesinde kaçışıyor gibi.

O, sadece insanlara değil, aynı zamanda hayvanlara da kucak açan, içinde büyük bir iyilik barındıran bir kadın. Umarım bir gün, yaşadığı bu içsel çekişmenin farkına varır. Belki de şu anda tam zamanıdır, bütün geçmişini arkada bırakıp özgürlüğünü kucaklamak için.

Hayat, keşfetmek için büyük bir sahne. Umarım bir gün, kendi iç dünyasındaki zenginlikleri fark eder.