(Bazı yerlerde kısaltmalar ve eklemeler yapılmıştır.)
Aşk diyalektik düzende bir kültür ortamıdır ve onun toplumdışı oluşu bir kültüre katılıyor olmayı engellemez. Ayrıca aşk bir kültür ortamı olarak iki kişinin bir arada gelişimini sağlar, bu da önünde sonunda genel kültür yaşamına katkıda bulunacaktır, onu kendine göre ya da kendi çapında dönüşüme uğratacaktır. Her aşkta çok özel ya da çok özgün bir şeyler vardır. Aşkta mutlak'ın mantığı da bu çerçevede oluşur ve gelişir. Aşk bir serüvendir, serüvenlerin belki de en kaygan, en sallantılı, en kesinliksiz alanıdır. Böylece aşkın diyalektiği son derece karmaşık, iyiden iyiye çetrefil, gizlerle dolu bir ilişkiyi duyurur bize. Bilinç yetkinliği her konuda olduğu gibi bu konuda da önemlidir. Aşkın yetkin bilinçlere özgü gelişmiş ahlakı bizi ilişkiler düzeyinde tüm olumsuzluklardan koruyacaktır.
Aşk çılgınlık içinde düşünmektir. Aşk tartışmasız benimsemek ve ölesiye özlemektir. Sevgi ussaldır, ussallığın çizgisini büyük bir dikkatle izler, özveriyle izler. Aşk tutkuyla belirgindir. Tutku yoğunlaştıkça gündelik anlamında ussallık geriye çekilir, o zaman aşkın kendi özel mantığı ve özel dili oluşmaya başlar.
Bir yükümlülüktür aşk ve her yükümlülük gibi sorumluluk getirir. Bu sorumluluk düpedüz bir yüzde yüz benimseme sorumluluğudur. Aşk alışılmış sorumlulukları dışlar, göreneksel zorunlulukların çok ötesine geçer.
Aşk bir kavrama biçimidir, insan yaşamını aydınlatan güçlü bir ışıktır, doğru kavrayabilmenin baş koşuludur. Aşk da bir özgür düşünce ve özgür eylem alanı, bir özgür seçişler alanı olmakla belli bir bilinç yetkinliğini gerektirir. Yetkin ruh serseridir. Serseri dediğimiz kişi bir özgürlük tutkunudur. Kalıplara sığmayan, kurallara körü körüne uymayı düşünmeyen, özellikle yararda sınırlanmayan kişidir o. Herkesin bir yarar adına bin bir hile düşündüğü ve koşturup durduğu yerde, serseri dediğimiz kişi, aşkın birinci ustası kimliğiyle yarar getirmez cinsten olmadık işlerin peşinde dolanır. Dünyayla dalga geçiyor gibidir. Serseri değer diye bildiği şeyler dışında hiçbir şeyi umursamaz. Ünler, unvanlar, dünya çapında olmalar. Bunlar boş şeylerdir. Herkesin acınası bir sıradanlıkta yaşadığı şeyleri bile o bir olağanüstülükte yaşamaktadır. Aşık ya da serseri, korkusuzluğu bir tür korkuyla yaşar. Serseri her zaman kaygılıdır, belli etmese de.
Toplumsal yaşam bizi son derece anlaşılabilir bir biçim altına koymak ve öyle kalmamızı istemek gibi bir eğilim içindedir. Toplum bizi öznelliklerimizle kavramak istemez, kavrayamaz da. Aşkta özel özelliklerimiz açınlanır. Bu açınlanan öznellikte dolgun ve zengin bir düş dünyası çıkar karşımıza. Düşler gerçekliğin güçlü simgeleri olarak bilinç etkinliğimizi tepeden tırnağa sarabilirler Gündelik yaşamdan aşk yaşamına geçtiğimizde kendini sakınan insandan kendini düşlemsel zenginlik içinde yaşamı yeniden kurmaya yönelen, yaşamı yeniden tasarlayan insana geçmiş oluruz.
Değer insanın kendini bugünde etkin kılma ve gelecekte yeniden kurma isteminin bilinçsel dayanağıdır. Aşk değerleri ahlak değerleriyle estetik değerler arasında bir yer tutar. Aşkla yönelmek hem iyiyi hem güzeli amaçlayarak yönelmektir. Aşk bir değerler ortamı olmakla bir kültür ortamıdır. Her yerde olduğu gibi aşkta da değer her zaman insani olanı tasarlanmakla ilgili bir öngörüyü kendinde taşır, bu yüzden her zaman geleceğe açıktır, dural değil düzenleyicidir, yönlendiricidir, her durumda bir aşkınlık istemini duyurur. Gerçek bir değerler ortamı olan aşk özünde yaratıcıdır: kendi anlamlarını yaratırken bilince yeni ufuklar açar, yeni bakış olanakları oluşturur. "Aşk" kavramı kendiliğinden "güzel" kavramına bağlanır. Âşık olmak güzelin peşinde olmaktır. Aşkın sanata yakın olduğu yer biraz da burasıdır. Sanatçı güzeli yaratır, aşık güzeli bulur çıkarır.
Gerçek aşk iki kişinin iki ruh-beden bütününün diyalektik bir ilişkide birbirini keşfetmesi, birbirinin gizlerini ortaya çıkarmasıdır, doğrudan doğruya iki kişilik ya da daha doğrusu yalnızca o iki kişiye özgü bir ortam oluşturmasıdır. Her yerde toplumsal bilinç düzeyinde kendini alabildiğine savunan birey aşkta kendini bırakır ve başkası'na teslim olur. Bu karşılıklı bir teslim olmadır. Başkası bizim için her zaman bir gizler yumağıdır, bu gizin aşkta sonuna kadar çözüleceğini düşünmek olası değildir. İnsan kökleri gövdesinden daha büyük bir varlıktır, saçak köklere kadar, köklerin en ince süreçlerine kadar inmek olası değildir. O noktada herkesin herkese en sonunda söyleyebileceği şudur: "Ben bilmiyorum ki sana söyleyeyim." İnsandan insana duygu-düşünce iletimi her zaman sorunludur. Dil her zaman eksikli bir anlatım düzeni ortaya koyar. Bedenin dili bile o noktada yetkin düzeyde anlatımcı değildir. Aşk bilgiye yönelmenin temel koşuludur, bilgiye yönelme isteğidir. Gerçek aşk, tıpkı gerçek sanat gibi, bir bireyden giderek dünyaya açıldığımız yerdir. Bir şiirde, bir tabloda, bir müzik parçasında bir insanın varlığında bütün bir dünyayı görürüz.
Aşkın'a yönelik yoğun heyecanı belli çerçevelere indirgemek gerekir. İnançta olduğu gibi belli bir alışkanlıkla ya da belli bir tekdüzeliğe yönelinmediği zaman olağanüstü son derece gerilimlidir, insandan kaldıramayacağı kadar çok şey ister. Alışkanlıkla sağlanan kolaylıklar da sarsıcıdır ama ‘heyecan verici beceriksizliklerin’ devam ettiği bir özgünlük yerini ‘sevimsiz ustalıklara’ istese de bırakamayacaktır. Bu özgünlükle beraber salt yönlendirilmişliklerinin olmaması alışkanlığın standart kalıplarını kırar. Aşkın o son derece gerilimli ruhsallığını sonsuza kadar sürdürebilmek kolay olmasa da sürüp gidenle ilgili anıları canlandıran bir şimdinin olması ile ateş yanmaya devam edecektir.
Mertcan Gün
2024-08-19T17:12:53+03:00Aşkın, günlük yaşamın ötesine geçen bir özgürlük ve yaratıcılık alanı sunduğu, bireylerin toplumsal kalıplardan uzaklaşarak kendi içsel dünyalarını keşfetmelerine olanak tanıdığı belirtiliyor. Ayrıca, aşkın ve sanatın benzer yönleri olduğu, güzeli arama ve ortaya çıkarma süreçlerinde paralellikler taşıdığı vurgulanıyor.
Sonuç olarak, aşkın hem kişisel hem de evrensel bir deneyim olduğu, her iki bireyin birbirinin gizlerini keşfettiği ve sürekli bir gerilim içinde olan bir durum olarak tasvir ediliyor. Metin, aşkın hem insanın iç dünyasını hem de dış dünyayı aydınlatan, derin ve yaratıcı bir deneyim olduğunu ifade ediyor.