29 Haziran sabahı, eski Tofaş’ın tekerleklerinin taşları çiğneyişi sokakta yankılandı. Kırlangıçlar büyük çınarın tepesinde kafalarını göğe kaldırmış, ötüşmek için güneşin doğmasını bekliyorlardı. Güneşin doğuşunu bekleyen bir kişi daha vardı bu sessiz sokakta. Küçük boylu Ali. Saçları tam ortadan ikiye ayrılmış olan Ali, bir de güzel gözüksünler diye jölelemişti onları. Ayaklı jöle kutusu gibi gözükse de çok sempatik duruyordu. Bugün tatile gideceklerdi ve babası sabah güneş doğarken yola çıkacaklarını söylemişti.

Eğer Ali’nin elinde bir ip olsa güneşi ona bağlar ve göğün maviliğine çekerdi. Çok sabırsızlanıyordu. ’Neden doğmuyor bu güneş’ diye hiddetlendi içten içe. Zamanın ayak sesleri yavaşlamıştı ona göre. Tatil kaçıyordu. Her bir dakika kaybımdır düşüncesi ile dün akşamdan hazırlanan tüm eşyaları üç katlı evin en üstünden en altına bir hışım indirdi. Babası da Tofaş’la evin önünde bekliyordu. "Ne de güzel bir arabadır bu!" diye geçirdi Ali içinden. Boyaları dökülmeye yüz tutmuş, gitmeye mecali olmayan bu arabaya büyük bir tebessüm fırlattı.

Annesi merdivenlerde ağır ağır iniyordu. Kadıncağız son üç aydır romatizma yüzünden düzgün yürüyemiyordu. Doktora gitmişlerdi ama annesi o kara suratlı doktorun yazdığı bir torba dolusu zehir zıkkım ilaçları ölse içmezdi. Ali annesinin elini sıkıca kavradı, daha hızlı inmesine yardım etti. Buradan iki üç dakika kazanacağı kesindi.

Kadın arabaya usulca oturdu ve arabanın kapısını sertçe çekti. Ali de yerine kuruldu. Ama çok heyecanlıydı. Heyecanını bastırmak için elindeki çantayı böğrüne daha çok bastırdı. Belki böyle daha az heyecanlanırdı. Babası dikiz aynasından dik dik Ali’yi kesiyordu. Soğuk bir bakış Ali’nin tüm heyecanını aniden kesti.

Güneş ışıklarını göğe asarken babası gazı kökledi. Yollarda tek tük arabalar vardı. Allah’ın işine bak ki hepsi de Tofaş model arabalardı. Serçe, Kartal, Şahin. Acaba neden kuş adıydı bu arabalar, diye düşündü Ali. Kuşlar hızlıdır, arabaların da hızlı olduğuna gönderme miydi bu? Oysa arabanın gazına biraz bastın mı son hız oydu Tofaş’ta. Kafasında bu sorular raks ederken sessizce yolu izliyordu Ali.


Ağaçlar aktı arabanın önünden. Nice üzgün insanlar ve hayata sımsıkı bağlı kalmaya çalışan çocuklar. Yol uzadı da uzadı bilinmeyen düşüncelerinin içinde. Ali küçük bir inilti duydu. Annesinin romatizması tutmuştu yine. Kadıncağız acısından kapıyı tekmelemeye başlamıştı. Yol kenarındaki ilk dinlenme tesisinde dinlenmeye karar verdiler.

Ali yolu izlerken ileride tek katlı beyaz bir bina gördü. Babasına binayı gösterdi. Burası çekirdek ailenin dikkatini çekmişti. Uzaktan yolun kenarına öylesine yapılmış gibi duran bu beyazlık insanı korkutmuyor değildi. Arabayı binanın gölgesine park ettiler. Binanın önünde üç beş masa ve okey oynayan yaşlı amcalar vardı. Ali’nin babası masada oturanlara sert bir bakış attı. Çok sinirli gözüküyordu. Hatta o kadar sinirli gözüküyordu ki onu ilk defa gören tek kaşlı sanabilirdi. Bitmek bilmeyen yol varken bir de bu romatizma ağrısı çıkmıştı. Belki de ondandır diye düşündü Ali.

Ali’nin babası bir elini annesinin koltuk altına atmış onu sürüklemeye çalışıyordu. Bunu gören Ali hemen yardıma koştu. Annesini en son koltuk altından iki ay önce taşımıştı. Ve fark etti ki bu romatizmalı vücut sahiden ağırlaşmıştı. Annesini kırıldı kırılacak bir sandalyeye oturttular. Kadıncağızın inlemeleri belli bir sıklığa ulaşmıştı. Babasının siniri de inlemelerle daha da artıyor gibiydi. Ali’nin gönlü bu manzarayı izlemeye daha fazla dayanamadı ve ‘’Baba ben biraz hava alacağım.’’ deyip ayaklarını yere vurarak koşar adım dışarıya çıktı.


Güneş tepeye doğru çıkıyordu. Binanın gölgesi azalmaya başlamıştı. Ali etrafa boş boş baktı ve yine sert adımlarla arabanın yanına gitti, cama yaslandı ve boş boş bakmaya devam etti. Birkaç dakika sonra ileriden gelen bir traktör dikkatini çekti. Traktörü esmer, genç bir oğlan sürüyordu. Derisi sıcaktan kızışmıştı. 20’li yaşlarda ya vardı ya yoktu. Yüzünde yorgun bir ifade vardı.

Genç, traktörü binanın gölgesine park etti. Nefes nefeseydi. Saatlerdir yol gidiyor olmalıydı. Traktörün arkasında mısır koçanları vardı, birkaç tane de irice karpuz. Genç, traktörden indi ve ‘’Merhaba hemşehrim.’’ dedi içtenlikle. Ali mutlu hissetmişti. O da aynı selamı verdi. Genç, traktörün önüne çöktü ve yeri süzmeye koyuldu. Nefes sıklıkları azalmıştı. İleriden genci fark eden iki adam aniden ayağa kalktı. Biri eline taş almaya çalışırken diğeri çoktan bir sopa kapmıştı bile. Adımlarını sıklaştırdılar ve gencin üzerine koşmaya başladılar. Bir yandan da elinde sopa olan bağırıyordu ‘’Burdan defol pis Roman! Seni ve mısırlarını burada istemiyoruz!’’ Ali ani bir atakla çocuğu elinden tuttuğu gibi arabanın içine oturttu. Kendi üzerlerine gelenlere de gırtlağını yırtarcasına ‘’Durun, durun!’’ diye bağırdı. O kadar hiddetli bağırmış olmalıydı ki karşıdan koşarak gelen iki adam sopa ve taşı indirmişlerdi.

Yüzlerinde kocaman bir şaşkınlık ifadesi vardı. Bu zamana kadar kimse bu genci korumamıştı, onun verdiği bir şaşkınlıktı. Adamlar yaklaştıkça Ali kapıya vücudunu daha sıkı siper ediyordu. Sanki biri içine küçük bir ateş koymuş ve o ateş tüm vücudunu yavaş yavaş sarıyordu. Adamlar arabanın önüne geldiklerinde son nefesini veren biri gibi hissediyordu. Elinde taş olan adam ’’Sen niye koruyorsun bu sapsızı bakayım?’’ dedi sinirli sinirli.

Ali büyükçe yutkundu. ’’Ben… Ben… Bilmiyorum! Neden böyle bir anda hiddetlendiniz ki gence karşı?’’ dedi daha da korkarak. Elinde sopa olan adam ‘’Bu haysiyetsiz Roman ve ailesi üç yıl önce bizim köyümüze geldiler. Mısır ekmeye başladılar. Başta her şey çok güzeldi ama sonra bu mısırları satmaya başladıklarında işler değişti. Köylüler bizim mısırlarımızı almayı bırakıp onlardan almaya başladılar. Daha ilk hasatta ürünümüzün çoğu elimizde kaldı. Dağdan gelip bağdakini kovuyor şerefsiz. Bunun ailesi üç yılda paraya para demedi.’’


Ali duydukları karşısında şoke olmuştu. Küçük dilini yutmak üzereydi. Kendini kapıya biraz daha bastırdı ve dönüp esmer gence baktı. Gözleri pırıl pırıldı ama bir yandan da korkusu gözlerinden okunuyordu. Ali ‘’Hemşehriler, genç birazdan gidecek. Şimdi bir terslik olmadan herkes kendi yoluna gitsin lütfen!’’ dedi. Adamlar Ali’ye bu ne diyor dercesine bir bakış attılar. Sonra elinde taş olan adam vicdana gelip ‘’Tamamdır hemşehrim, biz de aniden sinirlendik bu haysiyetsizi görünce.’’ dedi.

Adamlar sinirli sinirli birbirlerine baktılar ve zaman öldürdükleri masaya geri döndüler. Ali rahatlamıştı ama asıl konuşması gereken kişi arabadaydı. Kapıyı açtı ve gencin yanına oturdu. İkisi de bir süre sessiz kaldılar. Genç, ’’Hemşehrim, hayatımı kurtardın. Bu adamlar beni en sonunda öldürecek. Mısırlarım lezzetliyse benim suçum ne? Zaten en yakın zamanda ailemi alıp gideceğim buralardan, bir daha da uğraşmayacağım tarımla.’’ Tüm bunlar ağzından taramalı tüfek gibi dökülmüştü. Ali, ’’Bu insanlar seni kıskanıyor ama bir yandan da haklılar. Onların da ailelerine ekmek götürmeleri gerek ve hasatları elinde kalmış hemşehrim. Onlar tarafından da bir düşün.’’ dedi.

Genç ’’Düşünmez miyim hemşehrim? Kendi tohumlarından onlara vermek istedim ama hiçbiri almaya yeltenmedi. Bizim tohumlarımız seninkilerden daha iyi, dediler başka bir şey söylemediler.’’ Ali pencereden dışarıya düşünceli düşünceli baktı.

’’Bak hemşehrim, bazı insanlar kendilerinin her zaman en iyi olduğunu düşünürler ama kendinden iyi birini gördüklerinde de onu içten içe kıskanırlar. O kişi onlara yardım eli uzatsa bile büyük burunluluk yapabilirler. Senin durumun da aynen bu.’’

Genç, gözlerini Ali’ye dikmiş can kulağı ile onu dinliyordu. Sonra tekrardan ve tekrardan teşekkür edip arabadan çıktı. ’’Bari sana biraz mısır vereyim hemşehrim.’’ dedi. Bir sepete alabildiğine mısır doldurdu ve Ali’nin önüne bıraktı. Traktörüne binmek üzere arkasını döndü ve koltuğuna yerleşti. Son kez Ali’ye baktı ve traktörünü çalıştırıp ağır ağır uzaklaştı.


Ali tüm bu yaşananları kafasında bir yere oturtmaya çalışıyordu ama vicdanı elvermiyordu. Bir giden traktöre bir de az ileride oturan adamlara baktı. Sonra da bakışlarını yere indirdi ve ailesinin yanına doğru yürümeye başladı. Sahiden ağrılı bir mola olmuştu onun için.