Yine "bir gün" diye başlanılan yeni bir gün. Tüm solan umutları yeniden yeşillendirmek için verilen bir çaba, içinde biriktirdiğin çığlığı dışarı çıkarma vakti, kafesteki kuşu özgür bırakma kozanı yırtıp kelebeğe dönüşme vakti. Melodilerinin frekanslarını dünyayla birleştirme vakti. Son dansını en sevdiklerinle yapma vakti. Göreceliğin vaktinde saliseyi yaşama vakti. Yetişmeye çalıştıklarının peşinden koşma vakti değil, derin bir nefes alma vakti. Ciğerlerinin acımasını hissedeceğin, burun kılcallarının yanacağı, alnından o kocaman damarın belireceği vakit... Ölmenin ahlakını değil yaşamanın felsefesini öğreneceğin vakit. Anın tadına varacağın vakit. Korkularından kurtulacağın vakit. Cesaretinin ayaklanıp koştuğu , damarlarında gezen sıcak kanı hissettiğin vakit. Bardakta azalan içkinin değil de hâlâ orada durmaya devam eden son damlaları gördüğün vakit. Siyah beyaz dünyanda gökkuşağı olduğunu anladığın vakit. Hiçbir şey canımı yakamaz derken eline batan iğnenin verdiği acıyı hissettiğin gün. Yeni bir gün bize neler vadediyor? İçimdeki ışığı ortaya çıkarmak için on yedi sene boyunca ördüğüm kozamdan çıktıktan on yedi gün sonra ölen bir ağustos böceğiyim. Tembelliğiyle tanınmış fakat yeterince hayat tecrübesi verilmemiş bir böcek. Ağustosları çalışmadığı için değil o vakit öldüğü için ona atfedilen bir adı kullanan zavallı. Kendinden elli kat daha fazla yük taşıyan karıncayla karşılaştırılan, gücün hakim olduğu bir dünyada sahip oldukları bir hiç sayılan, acınılası... İçinden söylediği şarkıları olan, yeşilin en güzel hali, mucizevi yaratık... Toprağın altında sabırla dünyaya gözlerini açacağı vakti beklemiş, yaşanmaya değer bir dünya bulamayınca terk etmeye karar vermiş cesaretli miniğim... Geleceğe not: Beklenti içerisinde olma, illa anlamsızlıkların içerisinde anlam bulmaya çalışma. Bırak rahatsız olsunlar "cır cır" sesinden, mucize olduğunu unutma.