Güneşin size gülümsediği ama sizi sıcaklığıyla kucaklamadığı bir günde Eminönü’nde yürüyordum. Bir amaç dahilinde değil ama. Sadece yürüyordum öylesine. Nice insanlar vardı, eve gideyim de yemeği yapayım akşama diye koşuşturan, kimisinin elinde kestane vardı, kimisi Mısır Çarşısı’ndan bir iki şey almış evine dönme telaşında vakitlice. Birinin elinde torbalar, diğerinin elinde beyaz ve narin bir el görüyordum bazen. Ben yürüdükçe kendimi hayalet gibi hissediyordum. Aslında hepimiz birbirimiz için birer silüetten ibarettik. Gelip geçen bir hayal sadece. Nedendir bilmem ama bu hissi de severim. Adeta bir hayalet gibi ya da ne bileyim belki de zamanda yolculuk yapmış da o gün yolum Eminönü’ne düşmüş gibi insanların beni görmediği hissi kuvvetleniyordu. Belki de kendimi bu hisse tam kaptıracağım sırada üzerime doğru gelen birisi hafifçe yolunu değiştiriyordu. Demek ki bu sadece bir his diyordum. Peki ya bir gün gerçekten bu his hakikate dönse ne olurdu?
Zannımca bir süre için çok mutlu olurdum. Gördüklerimin yanında daha nice göremediğim insan hakikatlerini görme fırsatım olurdu belki. Mesela, yer altı çarşısından çıkıp beyaz bol gömleği, kumaş pantolonu, kundurasıyla elinde ağza sıkmalı çikolatayı büyük bir iştahla yiyerek hızla ilerleyen şu adamın hayatı nasıldır acaba?