Bir zaman sonra anlıyorsun ki tek başına çeviriyorsun dünya çarkını. Teksin ve buna alışmak zorundasın. Önceden paylaşarak azalan zorluklar, fark ediyorsun ki paylaştıkça çoğalmaya başlıyor. Her şeyini kaybediyorsun aslında, yaşın dayandıkça otuza. Ne dost ne sırdaş, hepsi senin on yedinde kaldı, buna inanmak istemiyorsun. Ne aşk ne de sevgi, artık eskisi gibi hissedemiyorsun. Atlamak istiyorsun bir binanın en üst katından veya kimsesiz bir dağın başında çığlıklar atarak tüm insanlardan ayrışmak istiyorsun. Kurtulmak istiyorsun sahte olan ne var ise. Ne yazık değil mi, bencilliklerle dolu bir dünyada yaşam mücadelesi vermek.


İşte tam olarak da böyle yaşamaya başladım son bir yıldır hayatı. Mahşer sanki ama mücadeleyi de andırıyor içinde. Bana verilen hiçbir sevginin samimiyetine sırtımı dayayamıyorum. Yani yaslayamıyorum koşulsuzca hiçbir omza başımı. Aklımda sorular, güvensizlikler. Yıkıntılar yankılanıyor beynimin ta en içinde. Yaklaşamıyorum hiçbir güzelliğe saf bir inançla. Bunu ben yapmadım. Bunu bana insanlar yaptı. Benimle ölüme gelen dostlar, bensiz yaşayamayacak olan aşıklar... Çok şey geldi ve elimde hiçbir şey kalmadan geçip gitti yanımdan. Bana değmediler bile ama ne tuhaftır ki beni devirdiler. Sonra ertesi sabah oldu. Her gün gibi. Yine insanlığa olan umudum gün sonunda kendini askıya aldı. Ben mi başaramadım acaba bu uyumsuzlukla dünyaya uyum sağlamayı. Fark ettim ki gerçek olduğunu sandığım ne var ise söz konusu emeller ve çıkarlar olduğunda koca bir yalana dönüşüyor. Çok deneyimledim aslında bunu ama inanmak istemedim, bu kadar pis bir yaşam içerisinde nefes almak için çırpınıyor olmama. Ama sonra kabullendim. Senin başarın senin başarınmış, senin üzüntün seninmiş, mutluluğunda kimse senin kadar iyi hissetmezmiş. Herkes bir noktada kendi hayatını yaşarmış. Ben ise tüm bunlardan habersiz dış dünyaya pencerelerimi kapatmışım, bu küçük dünyada olmayanı oldurmaya çalışırken can vermişim. Geçmişin izlerini bugüne dek yaşamışım ama tek sorun, hayat ile aramda olan inatçılık savaşıymış. Ve sanırım o kazanmış...


Bazen şöyle bir dönüyorum da geçmişe, mesela gizlice sigara içmek okul tuvaletinde... Ne kadar heyecan verici bir olaymış. İlk aşkınla karşılaşmak mesela, gözlerin gözlerine değer diye kalbinin hız seviyesini kontrol edememek, başına bir iş geldiğinde koşarak en yakın arkadaşına dolu dolu anlatmak, gözleri büyür şekilde pürdikkat seni dinleyen insanların olduğunu görmek veya ufak bir belaya karıştığında yaşadığın o muazzam korku, gece saat ikiye kadar uyumadığında hissettiğin o çılgın hissiyat. Şimdiye baksana, geceler uzuyor, kimse uyumuyor. Yok oluyor tüm temiz hisler, yok oluyor varlığına inandığım tüm doğrular. Aslında inan, bilmiyorum. Hissizleşerek kazanmaya mı başlıyorum bu hayatı yoksa tamamıyla kaybetmeye mi?