üzerinde pörsümüş paltosu,

kafasından çıkarmadığı keçeli fötrü,

peşinde sürüklenen ihanet korosuyla

geçti masumiyet sokağından;

şafak sökmeden uyanırdı,

daha horozlar bile uyanmadan.

çok severdi ısmarlama çayı,

eski gazeteleri çalmayı,

bağ bozumunda taze üzümü,

eylül ayazında yürümeyi...

en çok da celladını severdi.

kördü gönlü görmezdi ondan başkasını;

görmezdi cilalı, ikiyüzlü baltasını.

paltosunun iç cebinde yırtık şiir defteri,

birkaç bayat, nemli çekirdek tanesi

ve kambur sırtına saplı bıçak müzesi.


masumiyet sokağı'nın sadece adı masumdu

hâlbuki celladıyla bu sokakta tanıştı.

bu sokakta yakalandılar ahmakıslatana,

bu sokakta öptü ellerini.

baltalı ellerini...


bugün ahmağın boğum günü.

gökyüzü parçalı umutlu, 

biraz da delik bulutlu.

ıslanıyordu bizim ahmak,

ellerinde taze yolduğu papatyalar,

dilinde uyduruk bir şarkı,

konser veriyordu sokaklarda

çamura batmış kedi, köpeğe.

yağmur bastırınca o günü anımsadı.

ayakları götürdü yine o sokağa

celladını gördü aynı sokak lambasının altında.

bugün o gün gibiydi.

omzunda yün ceketi,

vişneçürüğü dudakları ve titreyen dişleri...

fakat gözlerinde başkası vardı.

başkasıyla ıslanıyordu,

başkası öpüyordu ellerini.


keşke yanmasaydı o gece sokak lambası,

icat edilmeseydi ampul,

hatta doğmasaydı edison.

ay dönseydi dünyaya sırtını.

aydınlık nedir unutsaydık o gece gezegence.


ahmağın belinde baba yadigârı altıpatlar

papatyalar soldu, yağmurlar sustu.

ölüm konserini verdi masumiyet sokağı'nda.

bugün doğum günüydü,

pastasını celladı kesti,

mumunu tek kurşun üfledi,

son lokmayı da kendisi yedi.

cesedi örtüldü taze, sıcak bir gazeteyle.

arka sayfasında kanlı bir haber:

bir katil, bir intihar, bin ihanet.