Doğduğun ev kaderindir derler peki ya doğamadığın bir ev? Bir anne şefkatinden uzak ya da babanın verdiği o güveni ve merhameti hissetmeden büyümek... İnsan hayatı boyunca yaşadığı birçok durumun temelini doğduğu eve bağlar bizler ne kadar inkâr etsek ya da büyük ölçüde kabul etmesek de doğduğumuz ve büyüdüğümüz evde yoğurulur hamurumuz, eksik ya da fazla her olasılık bizi hayatımızda çok başka bir noktaya ve kişiliğe sürükler. Peki ya bu sürüklenmenin sınırı nedir? Ne kadar etkiler bizi bu sürüklenme? Bizi biz yapan şeylerden ve bu eksiklik ya da fazlalıktan nasıl kurtuluruz? Unutmak bir çözüm müdür? Yoksa bastırılan ve unutulan her duygu bir çığ gibi önümüze mi düşer?
Ahmet Ümit birçoğumuzun tanıdığı adını polisiye kurgularıyla tanıtan kitaplarının birçok dile çevirisi olan çok başarılı bir yazardır. Kayıp Tanrılar Ülkesi kitabında da birçok unsuru harmanlayarak bizlere sunar. Yazar kitapta bizlere hem arkeolojiden hem de Yunan mitolojisinden birçok bilgi veriyor ve bunu polisiye kurgusuyla harmanlıyor. Aynı zamanda meraklandığımız bir kurgu bizleri bekliyor. Zamanda da olay örgüsü içinde patolojik bir vakadan da bahsediyor. Kitap 12 bölüm 502 sayfadan oluşuyor. Her sayfayı büyük bir merakla çevirdiğimiz kimi zaman şaşırdığımız kimi zaman heyecanlandığımız bir kurgu bizi bekliyor.
Hikâye Berlin'de cinayet büroya gelen bir ihbarla başlıyor Başkomiser Yıldız ve onun yardımcısı Tobias'ın cinayet mahaline gelmesiyle ve kalbi çıkarılarak cani bir şekilde öldürülen ama bunu mistik bir tören şeklinde tasarlayarak Zeus'a sunulmuş bir şekilde Cemal Ölmez'in katledilmesiyle birbiri ardına olaylar başlıyor. Pergamon Antik kentinin bulunması ve kazı aşamasında büyük yardımları olan Ölmez ailesinin büyük büyük dedesi aslında ailenin mitolojiye olan bağını ve arkeolojiye olan ilgisini oluşturuyor ve katilin bir sunak şeklinde tasarlayarak cinayetlerini mitolojik öğeler kullanarak yapması gizemi daha da artırıyor. İpuçlarını yavaş yavaş toplayan Başkomiser Yıldız'ın en önemli ipuçlarından biri de Cemal Ölmez'in babasının bir dönem kendisini Kronorus sanmasıdır ve bu yüzden tedavi görmesidir. Hastalığının adı ''grandiyöz paranoya''dır, bu paranoya megolamaninin son evresidir ve kişinin kendini ünlü biri büyük bir devlet adamı hatta giderek peygamber sanma hâlidir. Bu paranoya aslında çok da tehlikelidir. Ölümle bile sonuçlanarak kötü durumlara sebebiyet verebilir. Belki bu bilgi hikâyemizin gizemini aydınlatacak bir ipucu olur kim bilir? Unutmak bir lütuf mu yoksa büyük bir ceza mı? Hep beraber okuyarak göreceğiz. Son olarak kitaptan bir alıntıyla bitirmek istiyorum, belki bu alıntı sizlere katili bulmakta minik bir ipucu olur bunu da okuyarak göreceksiniz:
“Babasız çocuklar Tanrı'ya sığınırdı, o ise Tanrı olmayı seçti.”