Sultanı Öldürmek: Tarihin Hayaletiyle Hesaplaşma
Ahmet Ümit’in Sultanı Öldürmek romanını okuduğunuzda, kendinizi sıradan bir polisiye ya da tarihî romanın içinde bulacağınızı sanırsınız. Oysa bu kitap, sizi tarihin derinlerine, geçmişle bugünün arasında sıkışmış bir adamın zihnindeki karmaşaya davet ediyor. Hem de öyle sıradan bir davet değil; cinayetler, aşk, ihanet ve Fatih Sultan Mehmed’in gölgesi eşliğinde bir serüven bu.
Romanın kahramanı Müştak Serhazin, geçmişte aşkı ve güveni büyük bir hançerle kaybetmiş, tarihe sığınmış bir adam. Ama bu öyle bir sığınma ki, okurken onun tarihe değil, tarihin ona hükmettiğini anlıyorsunuz. Müştak bir tarih profesörü, evet, ama aslında o hepimizin bir parçası: geçmişten kaçamayan, hayatının akışını değiştiren olaylarla hesaplaşmayı erteleyen bir insan. Kendi gölgemizi görür gibi oluyoruz onda.
Bir Cinayet, Bir Sultan ve Bir İnsan
Hikâye bir cinayetle başlıyor. Bu cinayet, sadece fiziksel bir ölümü değil, aynı zamanda Müştak’ın kendi geçmişindeki karanlık sırların mezar taşlarını da deviriyor. Okurken, “Bu işin ucunda gerçekten Fatih Sultan Mehmed mi var?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Ahmet Ümit’in ustalığı da burada işte: Gerçekle kurmacayı o kadar ince dokuyor ki, her sayfada zihninizde bir düğüm atılıyor.
Ve Fatih Sultan Mehmed! Roman boyunca bir tarihî figür olmaktan çıkıp bir insana dönüşüyor. Onun zaferleriyle büyülenirken, karanlık taraflarıyla yüzleşiyoruz. Bir imparatorun ağırlığını, yalnızlığını ve belki de kendi vicdanındaki savaşlarını hissediyoruz.
İstanbul: Ölümsüz Bir Karakter
Ahmet Ümit, İstanbul’u öyle bir anlatıyor ki şehri adeta bir film karesi gibi gözünüzde canlandırıyorsunuz. Eski sokaklar, saraylar, gölgeler… İstanbul, romanın asıl kahramanı gibi. Bu şehir yalnızca Müştak’ın değil, bizim de tarihimiz. İstanbul’da gezindiğiniz her köşe, sizi sadece geçmişe değil, kendi hayatınızın anılarına da götürüyor.
İstanbul’un bir sahnesinde Müştak şöyle der: “Tarih sadece geçmiş değildir; her adımda peşimizde olan, bizimle nefes alandır.” İşte bu cümle, romanın ruhunu özetliyor.
Aşk ve İhanet: İnsan Ruhunun Derinlikleri
Ama durun, bu sadece bir cinayet ya da tarih romanı değil. Bu, aynı zamanda bir aşk ve ihanet romanı. Müştak’ın yıllar önceki sevgilisi, hem bir yara hem de bir düşman gibi karşımızda duruyor. Birini sevdiğinizde, ona tüm kalbinizi açarsınız. Ama ya o kalbe hançer saplanırsa? Ahmet Ümit, aşkı bir masal değil, bir savaş alanı olarak sunuyor. Müştak ve aşkı arasında geçen o duygusal çatışma, bizi hem büyülüyor hem de yaralıyor.
Okurken kendinizi sorguluyorsunuz: Bir insan, geçmişteki ihaneti affedebilir mi? Yoksa bu ihanet, bir ömür boyu ruhunda taşınan bir yara mı olur?
Sonuç: Tarih Mi İnsanlara Hükmeder, İnsanlar Mı Tarihe?
Sultanı Öldürmek, yüzeyde bir cinayet romanı gibi görünse de aslında bundan çok daha fazlası. Ahmet Ümit, tarihin bir insanın ruhunda nasıl yankılandığını, kişisel hesaplaşmaların tarihsel anlatılarla nasıl iç içe geçtiğini ustalıkla anlatıyor.
Kitabı bitirdiğinizde, kendinizi sadece bir cinayeti çözmüş gibi hissetmiyorsunuz. Daha derin bir soru zihninizi kurcalıyor: Biz geçmişin izlerini mi taşıyoruz, yoksa geçmiş bizimle yaşıyor mu?
Ve işte bu yüzden Sultanı Öldürmek, bir roman değil; tarihle, aşkla ve kendi vicdanınızla yaptığınız bir yolculuk. Okurken hem büyüleniyor hem de derin bir iç hesaplaşmaya giriyorsunuz. Ahmet Ümit, tam da bunu başarabildiği için, edebiyatın kalbinde sarsılmaz bir yer ediniyor belki de.