Öğrencilik yıllarımda geceleri ne zaman yurdumun camından dışarı baksam simsiyah tarlalar büyük bir denizi, uzaktaki köyün ışıkları ise denizin üzerindeki adaları anımsatırdı. Her gece bu düş beni İstanbul’daki güvenli yerime götürürdü. Ta ki sabah o denizin bakımsız birer çalı çırpıdan ibaret olduğunu görene kadar. Daha o zamanlar fark etmiştim düşlerin bile zaman aralıklarına sıkışıp kalabildiklerini. 

Yıllarca birçok kalıba sıkışıp kaldım, bedenimi ve düşüncelerimi daracık yerlere hapsettim. Herkes tarafından kabul gören standartlarla yaşadım, yaşamaya da devam ediyordum. Önümde duran denizin manzarası senelerdir aynı ancak bir şeyler eskisi gibi değil. Baktığım pencere aynı, oturduğum koltuk aynı ama ben değilim. Oysa tıpkı evimin denize bakan penceresi, yıllardır boyatmadığım sarı duvar gibi aynı kaldım.

Aynı saatte uyandım, işe gittim, yemek yedim, eve geldim, bu sayede yaşadığım toplumda kabul gördüm. Kendimi şekillendirdim. Dört duvarı olan bir odaya dönüştürdüm kendimi. Tüm bunlar yaşımın geçip gitmesine benim ise hala lisenin ilk günü sıraya oturmuş etrafı inceleyen o çocuğun ruhuna belki de düşüncelerine sahip olmamı sağladı. Bunu şimdi fark etmemin sebebi sanıyorum annemdir. 

Daha dün gömdüm onu. Onunla birlikte toprağın altına dört duvarım da gömüldü. Bugün ise kendimle baş başayım. İnsan çırılçıplak olmayı başka şekillerde de deneyimleyebiliyormuş. Gömülenlerin sebebi annem değil tabii ki. O ölü bedeniyle bile bana yardım etti. Beni hem bensiz hem annesiz bıraktı. Bazı farkındalıklar beraberinde çok şey götürüyor ve bırakıyor. Bana miras kalan ise babam. Babamla ufak tefek anılarım vardır ancak annemsiz aile nasıl olabilirim onunla bilemiyorum. Hoş bu yaştan sonra gözüm de kesmiyor. Doğup büyüdüğü evde ,yanımdaki odada, bir kanepeye bağlı ölmeyi bekliyor. Az önce ilk defa altını temizledim. Huysuzlandı, söylendi, beceriksizliğimi her seferinde vurgulayarak. O bu yaşına rağmen ördüğü dört duvarının arasında hâlâ. Annesizlik bile değiştirmeye yetmemiş onu. O her zaman halinden memnun olacak. Bu durum annesini ve eşini kaybettiğinde de değişmedi. 

İçimde birtakım duygular var adını koymaktan utandığım. Annesizlik kendimi bildim bileli korkuttu beni. Ancak annemin yanında götürdüğü beni ben yapan şeylere odaklandım dün geceden beri. Buraya oturup bunları yazmam bile annemin sayesinde. Ellerim karıncalanıyor, adeta otuz küsur senedir taşıdığım bu beden ve ruhu ilk kez deneyimliyor gibi hissediyorum. Yapmaktan çekindiğim ertelediğim ne kadar şey varsa dün geceden beri peşimde. Çocukluğum gibi kokuyor karşımdaki deniz. Birkaç aydır camımın önünde solmuş çiçeğe bu sabah su vermedim ve çöpe attım. Üstelik annemin aracı olduğu baba çocuk ilişkisine dün son verdik haliyle. Babamla tanışmak istiyorum. Onu kabullenmek, kendimi ise sevmek istiyorum. Yaşamımın renklerini keşfetmek istiyorum. Düşünmeden ânı yaşamayı deneyimlemek istiyorum. Yaşım ve bedenim ilerledikçe tıpkı düşlerimin zaman aralıklarına sıkışması gibi ben de sıkışıp kalmak istiyorum on altıncı yaşıma. Yaşadım diyebilmek için bir devrim başlatıyorum içimde sessizce. Şimdi kalkıp annemin yaptığı son yemeği ısıtacağım ve babamla birlikte yiyeceğiz. Bu babamın belki de hayatında kapanan bir bölümün anahtarı olacak, belki de hiçbir şey olmayacak. Benim için ise yediğim en acı verici yemek olacak, acıtacak ama gülümseyeceğim.