Ağaçların arasında yüzüyor gibiydi. Karşısında sonunu göremediği bir yol, boşluk vardı. Her şeyini satmıştı. Özgürlüğünü, vicdanını, düşüncelerini. Bilmediği bu boşluğa sonsuza kadar yürümeye devam edebilirdi. Yürüyordu zaten. Hiç durmayacak gibi yürüyordu. O yürüdükçe arkasındakilerin nefesi kesiliyor ve sonunda ellerini dizlerinin üzerine koyup soluk soluğa pes ediyorlardı. O yürüdükçe daha uzun gülüyor, daha hızlı atıyor kalbi. Yürüdükçe kazanıyor, sattıklarını bile yürüdükçe kazanıyordu. Durdu. Oturdu. Gözlerini sadece bir kere kırpınca kendini sapsarı ıssız bir çölde buldu. Dede;

"Neden geldin?"

"Ne bileyim ben."

"Bir şey getirdi seni buraya bilmediğin bir şey. Çabuk bul onu ve cevap ver."

"Bilmiyorum, bilemiyorum. Emin değilim. Ben sadece uyumak istemiştim."


Gözlerini bir kere daha kırptı. İsteyerek mantığın durduğu yerde şeytan devreye girermiş. Kendini yemyeşil bir ormanda buldu. Yılan kardeş;

"Sssssen neden buradasın?"

"Çünkü gözümü kırptın."

"Sssaçmalama. Buraya sssadece göz kırparak gelemezsin."

"Yılanla tartışacak değilim."

Gözlerini bir daha kırpmadan, "İnsan tartışarak bir yere varamaz, hayvan da öyle." açtı gözlerini. Masmavi bir yerdeydi. Suyun üzerinde yürüyordu. Gözlerini kırpmak istemediğini fark etti. Bunu istememesi, sadece istememesi bile gözünü kırptıracaktı ona. Uçan balık;

"Neden buradasın?"

"Çünkü gözümü kırptım."

"Neden kırptın?" 

"Kırpmak istedim."

"Kırparken ne istedin?"

"Su."

"Su nedir?"

"Su üzerinde yürünecek şeydir."

"Ahh... İnsanoğlu işte."


Artık gözlerini kırparken düşündüğü yerde olduğunu biliyordu. Ancak ne düşüneceğine karar veremiyordu. İnsan ne düşüneceğine bile karar veremeyecekse neden insan, diye düşündü. Sonunda düşünecek bir şey bulmuştu: 

Kimsin sen?

"Akıl."

Ne istiyorsun?

"Düşünmek."

Kimden?

"Başka bir akıldan."