Zaman, geçmişten günümüze geleceğin ilerleyişidir. Zaman sürekli akıp gidiyor ve akıntı içerisinde dünyayı ve insanları hatırı sayılır bir şekilde etkisi altına alıyor. Zaman aktıkça başka başka çağlar gelip geçiyor ve yenileniyoruz. Her geçen gün bir sonraki günün eskisi haline geliyor. Önceki günkü düşünceler, yaşantılar, duygular her şey ‘eski’ diye anılıyor.

Zamanı biz kendi algılarımıza göre değerlendiriyoruz. Bebektik, çocuk olduk, genç olduk, olgunlaştık, büyüdük, geliştik, yaşlanıp ihtiyarladık. Bir icadın keşfedilip geliştirilmesi gibi. Geçmiş, şimdi, gelecek diye. Oysa zaman gelişmiyor, gelişen biz oluyoruz durmadan. Biz geliştikçe zamanın bizle yaş aldığını düşünüyoruz. Bizim beyinlerimiz, algılarımız, bedenlerimiz değişime ve gelişime uğruyor. Bizler de bu şekilde zamana uyum sağlamaya çalışıyoruz. Zaman hızlandı, zaman yavaşladı, zaman ne çabuk geçti gibi tabirler kullanırız sürekli. Fakat zaman bunların dışında bir kavram, biz onu nasıl yorumlarsak öyle hâl alır zihnimizde.

Zaman insanları her alanda etki ve kontrol altına alabiliyor. Geçen zamanla ve yaşadığımız çağla beraber düşüncelerimiz, yaşam şartlarımız, hayallerimiz, duygularımız hepsi bir şekilde etkileniyor. Etkilenmek zorunda kalıyor. Örneğin 50 yıl önceki düşünceleriyle bir insan günümüzü nasıl yaşayabilir. Diyelim ki yaşadı, içinde bulunduğumuz yaşamda nasıl kendine yer edinebilir. Zaman sürekli yenilenen, kendini yenileyen bir terim ise insan düşünceleri de bu duruma ayak uydurmak zorundadır. Aksi takdirde bulundukları toplumdan kapı dışarı edilirler.

Zamanın ilerleyişi, bir kültür şokunu da beraberinde getiriyor. Eski zaman insanları günümüz yaşam seyrine alışmakta güçlük çekiyorlar. 50 yıl önceki giyim tarzını, oynanan oyunları, yenen yemekleri, gidilen mekânları ile günümüz yaşam koşullarını kıyas etmekten kendilerini alamaz duruma geliyorlar. Bir şekilde yeni düzene ayak uydurup alışmaya çalışmak yerine, içinde bulunduğumuz zamanı eleştiriyor ve kötülüyorlar. Zihinlerine nüfuz eden “Bizim zamanımızda böyleydi” diye bir söz kalıbıyla günümüz neslini yargılayabilme cüretini de göstermeden edemiyorlar.

Geçmiş zamana takılan kişiler, istikbalini de aynı oranda biçimlendirmeye başlar. Yaşadığı durumlardan bir pay çıkararak ilerleyeceği yerde, çamura düşmüş gibi takılıp kalırsa, fikirlerini, duygularına değişime uğratmaya kalkışmazsa toplumsal kimliğinden yoksun hâle gelebilir. Ünlü filozofun da dediği gibi, “derisini değiştirmeyen yılan ölmeye mahkûmdur, bu durum zihinlerini değiştirmeyen insanlar için de geçerlidir.”