Kafam ilk on beş yaşımda yandı, ben o mezarın başında çok ağladım. Ruhunu kafatasımın içine bir yerlere hapsettim, bedenin için avuç içlerimde yer kalmadı. Özel şirketlere gebe oldu üstündeki o toprak, ben o mezarın başında çok ağladım, durduramadığım öfkemi o küçük kızın gökyüzüne yitirdiği balona üfledim. Başım dönüyor, diyorum ki hiçbir ev annesiz kalmasın. İçimizdeki beklemekten çürümüş umutları bir battaniyeye saralım ve sonra bir bedevi çadırında İsa’yı tartışalım. Kum, toz ve ateş arasında gözlerin ne güzel gülüyor. Biliyorum, sonu olmayan bir tartıda asılı kalmışız, zamana inanmıyorum. Sen doğduğun zaman ben o elmayı henüz ısırmamıştım yoksa bütün o ağaçları ismimdeki ateşle yakardım. Ben o mezarın başında çok ağladım, kimsecikler yoktu. Allah’a ettiğim her duanın sonunda ismini üç kez sayıklıyorum, uyumak için göz kapaklarımı mengeneyle birleştirmek istiyorum. İçimde çözümleyemediğim denklemler, hipotezler, varsayımlarla yaşıyorum.
Bitsin artık diyorum kendi kendime yaşadığım bu işkence, en mutlu anlarımda bile birdenbire gelen o yalnızlık hissi... Oysa etrafım ne kadar kalabalık, insanlardan alınan birer dal sigarada öksüre öksüre söndürüyorum yalnızlığımı.
Adım, Temmuz. Sadece kendimden korkuyorum, ne aradığımı bilmeden bütün gece yürüyorum. Bütün insanlığı geride bırakıyorum ve gökyüzüne yükselmek istiyorum, İsa’yı tanımıyorum, binlerce gezen arasında buraya nasıl düştüğümü anımsamıyorum. Aklım karışıyor, bir ürperti geliyor, ayaklarımdan başlayıp beynime kadar elektrikleniyor. İçimdeki Temmuz'u bedeninden çıkartamıyorum. Meryem gibi koşturuyorum, beni hayata döndürecek bir yudum su bulamıyorum, bu girdabın içinde bir ağaç gibi kalıyorum.
Temmuz, kafasını toparlayamıyordu bir türlü. Kendinden çıkamıyordu, sahip olduğu her şeye rağmen içindeki yalnızlıkla yaşıyordu. Birden kapının çaldığını fark etti, apar topar üzerine kıyafetlerini giydi, hızlıca kapıyı açtı. Kim olduğunun önemi yoktu, onu bu girdaptan çıkaracak kim olursa olsun Temmuz için yeterliydi.