Serin suların aktığı bir akşam.

İçime çektiğim dumanın dudaklarımdan boşanmaya takati kalmamış.

Ezan okunuyor.

Bileklerimi ovuşturdukça gökyüzüm serap oluverir.

Ağaç bugün biraz daha eğri duruyor.

Allah’ı düşündükçe mahzun rüzgarlar dalları kırıverir.

Annem aceleyle abdest alırken, 

Babam fatiha’yı biraz daha hızlı okuyor.

O sırada ben ağaca bakıyorum ve kılıcımı kınından çekip kağıdı ikiye bölüyorum. 

Akşam sakin. 

Kahve ve tütün.

Yaşım yirmi üç.

Sokak bir vedanın hüznünü sayıklıyor. 

Son sevgili onlar idi.

Çok geciktiler ve aşkın buharıyla esriktiler.

Akşam o kadar sakin ki,

Kağıdı bu sefer beş’i ikiye bölüyorum.


Biri öldüğünde sela okunur.

Sen öldüğünde kımıldanılmaz.

Her şey sana zaten söylenmiş.

İster uy,

İster imama.

Bende hal kalmadı diye,

Baka kalma ardımdan.


Çünkü sen özenli.

Çünkü sen ihtişam.

Çünkü sen kul.

Cesaretsiz oluşun, 

Akşamında rükunda kabul.


Kandıramadım kendimi.

Beni hidayete erdirme. 

Deliremedim deyyu.

Vermezler bana edremitte bir meşin iki gemi

Yolum yol değil. 

Çünkü benim adım meçhul. 


Akşamı unuttum. 

Kağıdı kaça bölmüştüm.

Ağaç. 

Ezan.

Allah.

Abdest.

Mest.

Meçhul.

Edremit.

Kaç gemi peki?

Ya meşin?

Uyumak lazım.

Gözüm edremitte.

Nokta koyup yumuldum.

Lahanet olsun ben diye başlıyan cümlelerim ve nice müzmin ben’ce cümlelere.