Esinlenmek, araklamanın en masumane hali. Namıdiğer ilham almak olan bu tabir aşırmanın hafifletilmiş söylemi, hırsızlığa nispeten daha yumuşak bir tokattır pek onurlu(!) adem-i beşerin suretinde. Feyzaldığımız ölçüde çalarız önceki örneklerden, etkilendiğimiz müddetçe gasp ederiz üstat dediğimiz, bizden deneyimli arakçıların işlerini. Mevzubahis çalıp çırpma ise nihayetinde her çırak bir hırsız adayıdır. Kimi eli cebe atar, kimi göz gezdirir tüm satırlara, kimi kulak kesilir bestekâra kimi de pürdikkat izler Oscarlık performansları defaatle.


Bense bellekte tutabildiğim tüm satırları kendimce harmanlarım. Akabinde eserimi sunarım kitlelere. Tek kişilik okuyucu kitleme yani kendime, takdirini ve kriterini kendim yaptığım, kendi koyduğum kurallara tabi tuttuğum, kendi imla kurallarımla düstur edilmiş bir biçimde yontarım. İşte gene bir yerlerden harfi harfine esinlendiğim satırları yutturuyorum benimmişler gibi. Sahtekâr bir esnaf gibiyim aslında, çiseleyen yağmurda dağılacak bir botu hakiki deri gibi kakalayanından hem de. Yahut şu amansız ve anlamsız şekilde düşman bellediğim Aktar Nazmi gibiyim. Otu çöpü paha biçilmez yapıp millete içirten sünepenin ta kendisidir Nazmi. Ada çayının faydalarını sayar bana sürekli; depresyona birebir, iltihap söker, öksürüğü keser vs. vs... Hiçbirine inanmıyorum elbette. O kadar inanmıyorum ki bir poşet ada çayını kaynatıyorum şu an ocakta. Suyun her fokurdayışında kabaran her bir köpüğün Nazmi’nin bir yalanına denk düştüğünü anlıyorum. Bu rezil rüsva sonuç nasıl her derde deva olsun? Ada çayı sidik kokan bir bitki altı üstü. Kıçı kırık bir yazarın çürük metaforları gibi içten içe eriyen bu bünyede, ada çayı nasıl bir etkiye muktedir olabilir ki hem?


Bilemiyorum, belki de değişir bazı şeyler. Belki bundan sonra ölüm daha az girer lügatime, daha seyrek düşünürüm belki de yok oluşumu, belki de daha az çıkarım gece idrara, belki ciğerlerim elime gelecekmişçesine öksürmem artık. Bilemiyorum, hepsi varsayımsal ihtimallerden ibaret bunların. Tek emin olduğum şey şu; uzak durmak gerek Nazmi’den. Zira sidiği şifa diye iteleyebilir size, hatta o kadar ileri gidiyorum ki köşedeki torbacı bile Nazmi’den evladır diyorum size. Çok tehlikelidir o umut taciri; tedavisiz, kürsüz güzelleşeceğinizi söyler size, diyet listenizi yırtıp bir karışımla manken olacağınıza yemin eder sonra. Hatta o denli tehlikelidir ki bu yazıyı bile konusundan saptırır; ne diyorduk çalmak çırpmak falan işte, ee alın size bağlantı en büyük hırsız bizim Nazmi’dir. Zira bir yazar başka bir yazardan çalar, bir müzisyen başka müzisyenden, bir aşçı ötekinden çalar ama Nazmi başka bir aktardan çalmaz, doğadan çalar aslında. Ve doğadan çalan kendinden çalar ve kendinden çalan birinin sizden çalamayacağı hiçbir şey yoktur. Bundan dolayı siz de Nazmi’nin kapısı hariç her şeyi çalın. Çünkü o kapıyı çalarsanız hayatınızdan çalarsınız, tıpkı şu an zamanımızdan çaldığı gibi ve unutmayın ki sidikli ada çayının faydaları arasında zayi olan vakti geri getirmek yoktur...