İnsanlar gözüme en çok özgürken hoş geliyor. Gözleri daha güzel bakıyor, dudaklarından daha güzel dökülüyor kelimeler, daha güzel gülümsüyor, daha güzel yiyip içiyor, daha güzel yürüyor. Konuşurken beni dinliyor, dalıp gitmiyor. Onu dinliyorum, konuşurken dalıp gitmiyorum.


Dans eden bir kadının, dokunsa hayat verecekmiş gibi ustaca süzülen ellerinde buluyorum özgürlüğü. Piyano başında, zihni notalarla dolu bir adamın kıvrımlı parmaklarında geziyor özgürlük. İstanbul’dan geçiyor. Saatlerce yürüyor sokaklarda, dükkan camlarından kendini izliyor. Az eşyalı mı yoksa ağzına kadar dolu bir evde mi yaşayacağına kendi karar veriyor. İstediği saatte çıkıyor o evden özgürlük. Belki hiç geri dönmüyor, belki her gece 11’de evde oluyor. Nasıl isterse öyle.

 

İnsan özgür değilken kayboluyorum yüzünde. Annem geliyor aklıma. Ve gençken güzel tüm kadınlar. Fedakarlıklara gidiyor kafam; vazgeçmek güzel bir vücuttan, boş zamanlardan, arkadaşlarla geçirilen uzun gecelerden. Belki de bunu seçebilmektir özgürlük. Yol güzel olmasa da, sonu denize çıkmasa da o yoldan gitmeyi istemek ve gitmektir. Yolun güzelliğine ikna etmek kendini ve o kadar inanmaktır ki otoban kenarından yoncalar gülümsediğine, onları var etmektir böylelikle. Zihninde yahut gerçeklikte…