Geceleri uykudan önce başımı bekleyen birileri olur.
Şiir okumaya bir gece Nazım Hikmet, bir gece Mehmet Akif gelir.
Akif çok sık gelmez ya...
Şiir okumaya Orhan Veli’nin de geldiği olur. Pek konuşmaz, şiirini okur gider. Niye bilmem? Çok soru sorarım ona ama yok! Çoğu sorum karşılıksız kalır, bir tebessümle savuşturur. Onun dışında da gülmez zaten. Sık sık tembik ederim her gelişinde, neden Melih ve Oktay da gelmiyor diye. "Gelecekler, merak etme.” deyip saçımı okşar. Ahmed Arif de gelir şiir gecelerine, Behçet Necatigil de hatta Necip Fazıl da geliyor, o geldiği gece pek uyku tutmaz. Ama ben en çok Nazım Hikmet'in geldiği geceleri seviyorum. En çok o geceleri anımsıyor, en mesut o zamanlarım oluyor.
Uykudan önce bana masal okuyamaya gelenler olur, Tomris Uyar mesela. Başlar şöyle güzel bir öykü anlatmaya, derim ki;
"Biraz yaşadıklarını, anılarını anlatsan bana. Sevgilerinden, ailenden bahset bana. Öyle merak ediyorum ki bilemezsin."
Şöyle bir güler ve göz kapaklarını kapayıp çenesini indirir aşağı. Masal için bazı geceler Sabahattin Ali Bey’in geldiği de olur. Yorgun, perişan olsa da zevkle anlatır "Sırça Köşk" masalını bana. Sık sık Ömer Seyfettin'i de ağırlarım. Onun anlatacak çok şeyi vardır. Binbir türlü anısı, çeşit çeşit fıkraları. Geldi mi şiir de okur. Hem de Fransızca şiirler okur. Ağzım açık kalır doğrusu.
Geceleri başımı bekleyenler olur, çay yaparım onlara kahve ister kimisi, "Hay hay efendim.” der köpüklü köpüklü kahveler yaparım.
Türkü okumaya gelenler olur mesela, bambaşka olur o geceler.
Cem Karaca gelir, "Dadaloğlu’yla başlar,
"Ay Karanlık" ile bitiririz. Aramızda kalsın o geldi mi Nazım Hikmet'in, Ahmed Arif'in ve diğer benim bilmediğim aydınların dedikodusunu yaparız. Dedikodu dedimse ağız alışkanlığı. Cem Bey kimin ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini anlatır. Zaten Ceviz Ağacı, Ay Karanlık okuyunca anlatmadan geçemez, ne yapsın? Bir de bazı geceler Mahsuni gelir. Aşık Mahsuni Şerif o, sırtında saz ile gelir. Ucunda püskül sallanan bir saz ile. Gelir, oturur baş köşeye her tele vuruşunda ciğerimden bir parça...
Aman Allahım. Ne eder? Ne getirir? Anlamam, bilemem, aklım ermiyor yıllardır. Önce türkülerin öyküsü sonra saz eşliğinde Mahsuni'nin sesinden türküler.
Nem kaldı, dedikçe yanaklarımdan iki iki dökülü verir. Ama Barış Manço'nun geldiği geceler bambaşka olur, kimselere benzemez. O benim seyyahım. "Yine seyyahım geldi! " deyip ayağa kalkar eline sarılırım şöyle bir güzel güler, beni kucaklar. Şarkıda söyler, söylemese olmaz ama en çok da fikirlerini, gittiği ülkelerdeki anılarını anlatmasını isterim. O da bir kere kırmaz, bugün yorgunum, demez. Anlatır anlatır... Sonra saçlarımı örer, ılık bir süt içeriz beraber.
Bazı türkü geceleri pek bir yaş ve acı dolu olur çünkü. Çünkü Ali Ekber Çiçek gelir, ilk türküsü Haydar Haydar'dan hemen sonra Sivas esintilerine geçer. Geçer geçmesine de...
O büyük utancımızı anlatmaya başlayınca işin rengi değişir, sırayla hepsi gelir meclisimize; Muhlis Akarsu, Muhibe Akarsu, Gülender Akça, Metin Altıok, Mehmet Atay, Sehergül Ateş, Behçet Sefa Aysan, Erdal Ayrancı, Asım Bezirci, Belkıs Çakır, Serpil Canik, Muammer Çiçek,
Nesimi Çimen, Carina Cuanna Thuijs,
Serkan Doğan, Hasret Gültekin,
Uğur Kaynar Asaf Koçak, Koray Kaya - Menekşe Kaya ,Handan Metin, Sait Metin, Huriye Özkan, Yeşim Özkan, Ahmet Özyurt, Nurcan Şahin, Özlem Şahin, Asuman Sivri, Yasemin Sivri, Edibe Sulari, İnci Türk.
Ve yüreğimiz ateş ile yanar yanar, çaresizce har olur kalır.
Mecliste semaha dönmeye başlarlar.
Hz. Muhammad, Hz. Ali, Pir Sultan Abdal diye çağlarlar. İzlerim uzaktan ama can kulağı ile dinlerim, pür dikkat izlerim.
Geceler böyle geçer benim odamda. Başımı baklemeye, beni uyutmaya gelenler olur mutlaka. Evet, fark etim ben de. Hepsi kara toprağa yâr olmuş bile. Ölüler ile konuşurum gün doğana kadar. Ölülere aşık, ölülere hasret bu kız.
Gece uykudan önce başımı beklemeye ölüler gelir.
"Aa! Ne yazık, duydunuz mu? Ölülerle konuşuyormuş!"