Birbirimizi öptük ve kendi yalnızlıklarımıza çekildik.
Gün henüz doğmamıştı ya da gece yeterince kararlı değildi öldürmek konusunda.
Ben şişelerce içerek sana daha da yaklaşmak için kendimi unutmak istedim.
Sense kendi sessizliğine kucak açarak var oldun sol tarafımda.
Durmadan öptük birbirimizi ve selamladı beni tanrı.
Yaktığım zamanın perdesi indi gözlerime, hiçbir ışıltıyı göremedim bedenimde.
Sana baktığımda bile seni değil,
Yorgun gözlerinin ardına saklanmış ecelimi gördüm.
Bunca zamandır var olan, yağmurdan kaçıp bir arabanın altına saklanmış kediler gibi,
Bu gri şehrin sokaklarında pervasızca dolaşarak saklanan ecelimi gördüm.
Senin geçtiğin yolları, ayak bastığın sokakları düşünerek geçtim ağzımda sigarayla.
Külleri lekelerken üstümü, dumanı zehirlerken ciğerlerimi,
Ben bu yanıp tutuşan korla yürüdüm yalnızlığıma.
Sense başka diyarlarda, belki de derin ve soğuk uykulardayken,
Ben özgürlüğüm bir kenara dursun,
Yaşam hissini aradım avuçlarında.
Bir tutku düşledim, avazım çıktığınca bağırdım tanrıya.
Ben seni öptüm ve dudaklarım o denli emin ve güçlüydü ki anlatamam.
"İnsan zamanı durdurmak istediği yere aittir."
Peşi sıra sigaralar yaktım hatıralarımızın mezarlığını ziyaret ederken.
"Kimim ben, herhangi bir yanıtın var mı?"
Hangi zaman zerresinin içerisine hapsolduğumu bilmiyorum.
Düştüğüm kuyunun tepesinden sallanan iple boğazımı sarmayı düşündüğüm anlarda,
Baktığım gök karanlık,
Altında damlalarıyla ıslandığım yağmur kasvetli, fırtınalı,
Senin sessizliğin ve gizemin öldüresiye soğuk.
Hipotermi geçiriyor yalnızlığım, bu arada hiç içkin var mı?
Ve sen gittin ancak sessizliğin hala burada.
Belki bir süre olmayacaksın ancak,
Ben gün içinde olsun veya dışında her daim,
Bu sessizliğe yoğun bir mesai harcamaktayım,
Bulduğu ilk ekmeğe veya şaraba sonsuzca şükredecek bir köle gibi.
Havanın ne denli soğuk olduğu önemsiz.
Ben bu yolların tutkusuyla sarhoş ediyorum mevcudiyetimi.
Ötesini de pek düşünmeme gerek kalmıyor haliyle.
Sen beni öptün ve tanrı başını iki kere salladı.
Önce meleklere bir orkestra kurmaları için salladı başını,
Sonrasındaysa suçluluğumu bana göstermek için.
Evet farkındayım tanrım, öldürdüğüm her şeyi adım gibi biliyorum.
Ancak hiçbir zaman bu cinayetin bu denli ağır bir neticeye sonuç olacağını düşünememişim.
Sana hem teşekkür hem de lanet ediyorum.
Sessizliğimin altında yatan sonsuzluğun farkında mısın sen de?
Yoksa hiç mi ortak bir noktamız kalmadı artık?
Sen yüzlerini kan bulamış insanların arasından başın dik bir şekilde geçerken,
Ben kendini bilmezlerin kucağında başımı öne eğerek şimdinin bekaretini teslim ediyorum onlara.
Anlayacağın kendi inşa ettiğim labirentlerimde,
Çıkış yolunun nerede olduğunu bulmaya çalışıyorum.
Hatırlayamıyorum rüzgarın hangi yöne estiğini.
Hatırlayamıyorum kendini kendine anlatmanın ne olduğunu.
Yaşadığım hayata yabancıyım, bizim birbirimize şu an yabancı oluşumuz gibi.
Ben değil de ne idiği belirsiz huysuz bir adam kelepçelere vurmuş gibi hissediyorum zihnimi.
Ben seni öptüm ve kanadı kırıldı zümrüdüankanın.
Damarlarımda mütevazı bir isyan koptu.
Kalbim başımı döndürdü, kulaklarım çınladı.
Kelimelerin ağzı bağlıydı, tıpkı yıllar evvel,
Eski benin, her şeyden uzak kalmış benin,
Hiçbir zaman yok olacağını ya da çok uzaklardan el sallayacağını düşünememiş benin saygı duyduğu,
Sakındığı, zaman zamansa hissettiği meleklerin,
O opera binasında bileklerinin bağlı oluşu gibi...
Ve şimdi nice yüzyıllar geçmişçesine uzaklardayken gözlerim,
İçime çektiğim dumanla anlatıyorum olabildiğince kendimi kağıda, sana...
Heyecanını hissetmek güzel şey.
Hem de en güzel şey olabilir benim gibi bir şair için.
Ördüğün duvarın ardından seni görmek güç ancak,
Bu başka yöntemler yaratmama teşvik ediyor beni.
Seni çiziyorum mesela ya da hayal ediyorum.
Ya da rüyalarımda, defterlerimde seni var ediyorum.
Eğlenceli, en azından hala da bir şeyler hissedebiliyor olduğumu gösteriyor bana.
Birbirinden çekindiği için utanan yabancılardık o gece.
Sana sarılma çabalarım da elbette komikti.
Sen başka başka alemlerde geziniyorken,
Yanındakinin ne yapacağını, nasıl duracağını bilemiyor oluşu,
Aslında biliyor ancak emin olamadığı için,
Bir soytarı gibi mücadele ediyor oluşu...
Şimdi düşününce kendime gülüyorum.
Birlikte olduğumuz zamanlar bir anmış gibi hissettiriyor.
Yetmiyor bana kum saatinin günde yirmi dört kere dönmesi.
Yetmiyor bana güneşin bir kere doğup bir kere de ölmesi.
Einstein'ı düşmanım olarak görme kararı aldım az önce.
Belki o bulmadı, yaratmadı bunu ancak,
Bizlerin farkına varmamızı sağladı.
O meşhur izafiyet teorisi...
Sürekli kendimle yüzleşiyorum ve bu gerçekten lanet bir şey.
Kuruntularım, düşüncelerim cenk ediyorlarken beynimle,
Ben içtiğimiz bira ve kahve bardaklarına bakarak o anları düşünüyorum.
Soru işaretleri bırakmıyor peşimi daha çok içiyorum.
Ansızın kapladı gece göğü, özlem kesin bir zafer kazanmış oldu böylece.
Diktiğim ve dikecek olduğum beyaz bayrakları kefen niyetine giydim üzerime.
Sonra ezber ettim yüzünü, bilmediğim patikaları takip ettim.
Önce Osmanbey sonra Taksim sonra meşhur İstiklal Caddesi bir de Kadıköy...
Herhangi bir parçanın kalmış olduğu her diyarı kazıdım aklımın duvarlarına.
Bitkin düşen kollarıma resim çizmek gibi olmadı tabii,
O denli kalıcı bir şaheser yaratamadım henüz.
Karanlığı tanıdım ancak içinde kaybolamadım.
Son yarışlarına çıkan bir yarış atı gibi zamanı kovaladım ben de.
Yorgunlukla harmanladım en ağır uykularımı.
Gün ışığından uzak anlarda durmaksızın düşünceler okyanusuna aktım.
Biraz yaşamış oldum böylece, dalgaları suratıma acımızsa çarparken.
Nice gemilerde güvertesinden yoksun kaptanların,
Gözyaşları ve öfkesiyle birlikte diktiği içki şişlerini,
Sana yazamadığım mektuplarımla doldurdum.
Bıraktım sonra zamana, senle ne kadar uzaksak oraya bıraktım işte.
Ötesini düşünmeden, beklemeden, buruk bir vedayla teslim ettim cümlelerimi yokluğuna.
Her zamanki gibi kendime uzun esler tanıyarak çaldım kapısını opera binasının.
Ağıtlarda bulunan orkestralar nakşediyordu incisini tanrının.
İnşa ettiğim köprülerdeki iplerle bir kolye yaptım onlardan.
Bir kutuya sakladım onu huzuruna kabul edilmek umuduyla.
Ben seni öptüm ve tanrı ilk ve son kez beni anladı...