Serdar Orçin'in canlandırdığı 'bakkal Ali' karakterini merkeze oturtan öykü, onun yalnızlığını vurguluyor önce. Ardından mahalleye yeni taşınan güzel bir kadına olan platonik aşkının yansımaları giriyor devreye. Onun için yeni bir heyecan anlamına gelen bu genç kadın, giderek kahramanın tekdüze dünyasını altüst eden bir işlev üstleniyor. Öte yandan Ali'nin iletişim kurma özrünün getirdiği dezavantajları aşması da mümkün olmuyor, olamıyor. Kadından gelen sinyalleri fark edince bu kara sevdanın sarpa sarmasıyla yüz yüze kalıyor kahramanımız.


Bu hikâyenin bizlere anlattığı iletişimsizlik problemi, özellikle sıkışmış, ötekileşmiş ve çaresiz bir karakterin saçmalıklarıyla anlamlanıyor. Anlamlanıyor diyorum ama onun hayatla olan bağsızlığının açılımlarını yeterince derinleştiremiyor senaryo. Bu eksiklik, giderek hikâyeden de koparıyor ve bir türlü ilerlemeyen bir yapıyla buluşturuyor bizleri. Ali'nin geçmişiyle ilgili minik ipuçları veren senaryo, bunları asıl öyküye yedirip değerlendirme konusunda da oldukça sıkıntılı bir görünüm sunuyor. Serdar Orçin de yeteneklerini sergileyebileceği bir alan bulamıyor böylece. Beden dili üzerinden hareket eden aktör, hikâyenin inandırıcılık zaafiyetinden epeyce bir zarar görüyor ve Ali'yi bir karakter olarak benimsememizi sağlayacak derinliğe ulaşamıyor. Filmdeki uzun monoloğuyla oyunculuk adına meşakkatli bir işin altına giren ve buradan alnının akıyla çıkan Begüm Birgören ise sinemasal tatlar bırakmayı başarıyor damağımızda. Ama ondan da daha fazlasını umuyor, bulamıyoruz. Günümüz Türkiyesi'nin çeşitli toplum katmanlarındaki karakterlerin iletişim sorunları üzerine düşünüp tartışmayı getiren bir bütün üzerinden hareket ederek, sosyolojik bir saptamanın da yapılmasına ön ayak oluyor böylece. Takdir etmek gerek diye düşünüyorum.


Beni filme bağlayan replik şuydu:

Özür dilerim, size (Ali'ye) bir şey sorabilir miyim? Hayat neden bu kadar zalim? İnsanlar, insanlar neden bu kadar zalim? Yaşamak neden bu kadar zor ve bu kadar güzel ve vazgeçilmez? Peki insanların birbirlerini anlamamak için bu büyük çabası neden? Karım… Karım bana çok kızıyor. Ona istediği gibi bir hayat sunamadığım için. İstediği gibi bir adam olamadığım için. Çocuklarım, çocuklarım da bana çok kızıyor. Onlara bilgisayar, elbise, ayakkabı, araba alamadığım için. Patronum, patronum sürekli alaycı bakışlarla beni izleyerek ne kadar işe yaramaz bir adam olduğumu günün her saatinde bana hatırlatıyor. O da bana çok kızıyor çünkü ona çok para kazandıramadığım için. Dostlarım, arkadaşlarım, akrabalarım beni adam yerine bile koymuyorlar. Onlar da bana kızıyor. Onların istediği bir adam olmadığım için. Onları yemeğe götürmediğim için, onlara borç veremediğim için, onlara ayak bağı olduğum için, onların eğlendiği gibi eğlenemediğim için. Biliyor musun her tarafım kanıyor.

Acılar içindeyim. Çürüyorum. Onların istediği gibi bir adam olmak istiyorum ama beceremiyorum. Dostlarıma, akrabalarıma, patronuma, karıma, çocuklarıma "üzgünüm" diyorum. Sizin istediğiniz gibi bir adam olamadığım için özür dilerim diyorum, duymuyorlar. Acılarımı, kederlerimi, sıkıntılarımı anlatıyorum dinlemiyorlar. Bana yardım edin diyorum, kaçıyorlar. Gelin biraz konuşalım diyorum, masayı terk ediyorlar. Ölüyorum ben diyorum, ne zaman öleceksin diye soruyorlar. Özür dilerim. Özür dilerim. Beni bağışlayın. Kendi derdimle sizi üzdüm özür dilerim, özür dilerim. Özür dilerim…


Ertesi gün boynuna "Özür dilerim" pankartını asarak intihar etti. Yaşamaktan bu kadar bıkmıştı işte...

İyi seyirler.