Odamın içerisinde hapishane gibi üç dört volta attıktan sonra yatağıma uzandım. Tavanı izlemeye başlamıştım ki kapım açıldı. Doktor içeriye girmişti. Düzenimi hiç bozmadım. Yüzünde bir gülümse vardı. Bu gülümsemenin nedenini merak ediyordum ama öncelikle neden geç kaldığını sordum. Kitaplığıma sırtını yaslamış kollarını ilkokulda öğretmenlerimizin çiçek olun dediği gibi yapmıştı. O da kafasını tavana doğru çevirdi ve hâlâ gülümsüyordu. Benim üzerimdeki bu strese rağmen gülmesi zoruma da gitmişti. Nerede kaldın, doktor bey, dedim. Bugün başarılı bir doktor olduğumu hissettim, dedi. O nasıl oluyormuş, dedim. Bugün mesai saatlerim içerisinde hasta veya hasta yakınları tarafından saldırıya uğramadım, dedi. Doktorun bu cümlesinden sonra telefonumdan konuma baktım. Bir an Türkiye’de değilim zannettim. Konumun Türkiye olması şaşkınlığımı arttırdı. Doktorun yüzündeki morluklar ve yaralar geçmemiş, hâlâ duruyordu. Önceki günlerden kalanlar olduğunu düşündüğüm için inanacaktım. Mesai saatleri içerisinde dedin yoksa mesai saati dışında mı saldırıya uğradın, diye sordum.

-Önlüğüm üzerimde değilken olanları saymıyorum. Geçtiğimiz ay kalp krizi geçiren bir hastayı kurtarmıştık. Bir iki gün önce oğlunun kumar borçları yüzünden eve haciz geldiğinde kalp krizinden ölmüş. Rahmetlinin büyük oğlu da fırında beni görünce bunları anlattı. Evde cenazeden dolayı çok misafir varmış. Lahmacun yaptırmış onları alıyordu. Hocam, sayende babam kurtuldu ama babamı o katil öldürdü, dedi. Bu lafı söyledikten sonra anlatmıştı olanları. Bana da gel sen de yemeğini ye bir dua et babama dediği için gittim. O küçük oğlu da babamı bu öldürdü diye saldırdı. Sonuçta mesai saati içinde kötü bir şey olmadı ve abisi de daha önceden babasını kurtardığımı söyledi. Bu durumda başarılı bir doktor oldum diye düşünüyorum.   

Gülümsemeye devam ederek boş boş bakmaya başladı. İyi bakalım diyerek doktoru tebrik ettiğim sırada belediyede çalışan temizlik görevlisi de geldi. Küreği ve süpürgesini de içeriye getirmiş. Kapının girişine bıraktı. Hemen kürek ve süpürgenin yanına oturdu. Doktor, oraya oturma üşütürsün diye akıl veriyordu. Ben kafayı üşüttüm, dedi ve biz bir şey sormadan anlatmaya başladı.

-Bankanın oradaki taksi durağının önündeki kaldırımı süpürüyordum. Taksiciler de arabalarını çekmişler durağın önüne, ayak ayak üzerine atmış sigara içiyorlardı. Kaldırımları biliyorsunuz zaten çöp kovasından daha çok çöp var. Öyle şiirlerde anlatıldığı gibi değil. Taksicinin bir tanesi beni bekliyor gibi ben tam da orayı süpürürken sigarasını küreğimin önüne attı. Kafayı kaldırdım. Yüzüne baktım ama utanacak bir yüzü olmadığını gördüm. Bu kaldırımları temizlemek istemiyorum, dedim. Sigarasının izmaritini de hızlıca küreğimin içerisine çektim. Zaten temizliyorsun ben de tam önüne attım kolay olsun diye işini yap olay çıkarma, dedi. Temizlemek istememem bir sigara izmariti değil. Senin gibi insanların kalbinden daha temiz olan bu kaldırımlara her gün süpürgenin sert uçlarıyla acı çektiriyorum. Bu yüzden istemiyorum. Keşke kalbine süpürge fayda etse, dedim. Taksici ayaklandı. Bir izmarit için yaptığın laflara bak seni ayağımın altına alırım, dedi. Diğer taksiciler onu tutarken bir tanesi de git kardeşim diyerek beni uzaklaştırdı.

Temizlik görevlisi bunları anlatmaya başladığında kaymakam ve futbolcu içeriye girmişler ses çıkarmadan dinlemişlerdi. Kaymakam, yarın olsun ben o taksicilere soracağım, dedi. Futbolcunun omzundan tutarak bu çocuğun da bugün canını sıktılar, yarın yoğun olacak, tüm gücümü onlara hadlerini bildirmek için kullanacağım, dedi. Kaymakam Bey, hadi bu adama saygısızlık edilmiş, git ve güzelce özür dilemelerini iste, dedim. Peki, bu futbolcumuza ne oldu da bir şeyler yapacaksın? Dikkat et kimsenin hakkını yeme, seni o koltuğa hak yemek için değil hak dağıtman için oturttum, dedim. O sırada işsiz geldi. Kaymakamımız bir benim hakkımı dağıtmakta çekimser, her gün diplomalarım, sınav sonuç kâğıtlarım elimde kapısına gidiyorum ama hiç yardımcı olmuyor diye sitem ederek doktorun yanına geçti. Kaymakam hemen söze atladı:

-Güzel kardeşim, senin gibi günlük kaç kişi geliyor biliyor musun? Bazılarının anası, babası geliyor. O insanların tek dertleri; evlatlarının bir maaşı olması, işi olması, güvencesi olması ama ben aralarından seni seçersem olmaz. Sana bakıyoruz zaten, hepimiz ihtiyacı olanlara yardım etmeliyiz öncelikle o yüzden olmuyor. Hem git yapabileceğin bir iş bak kendine. Sen her işe bir bahane buluyorsun. Her işin zorlukları vardır. Yapmadan bilemezsin. Bak ben tüm ilçedeki insanlardan sorumluyum. Herkesin ihtiyacını karşılamak; benim birinci görevim. Futbolcu kardeşine bak! Bugün ilçeler arası maç vardı. Diğer ilçenin kaymakamı, şoförü, beş on tane de seyirci bu kadar kişiydik. Diğer ilçenin kaymakamının yeğeni iyi futbol oynadığı için adam getirmiş takıma koymuş. Dünya kupası maçı mı bu? Bu kadar hazırlık neden? Bizimki de bizim takımda oynuyor biliyorsun. Ben almadım, benden önceki kaymakam almış. Bizim öyle bir hazırlığımız yok. Amacımız etkinlik olsun diye bir şeyler yapmak. Karşı takımdaki yeğen, kaymakama güvenerek bizimkine küfürler etti. Faul yapmıştı bizimki de hakeme kart göster artık diye sitem etti. Küfürler uçuşurken kalabalık içerisinde birisi ayağına iyi vurmuş, bizimkinin. Uzun süre sakat kalacak. Bu süre seçmelerin olduğu döneme denk geliyor. Hayalleri gerçekleşmeyebilir. Ben de yarın bunu kimin yaptığını bulacağım ve gerekli cezayı çekmesi için şikâyette bulunacağım.

İşsiz, doktor, temizlik görevlisi ve ben sırayla futbolcuya geçmiş olsun, dedik. Suratını yere eğdi, hiçbir şey söylemedi. İşsizin bu havayı bozmak isteyerek konuştuğunu düşünmüyorum. Başladı, konuşmaya.

-Kaymakam Bey, söylediklerinde haklısın. Sizler bana bakıyorsunuz bu yüzden rahatım yerinde ama ben kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum. Yıllarca eğitim aldım. Emek çektim. Şimdi hangi iş yerine gitsem ilk soru, "Referansınız kimler?" şeklinde oluyor. Ayrıca bakınız "kimler" diyorlar. Demek ki artık bir kişi de yeterli olmuyor. Kimse diplomalarıma, belgelerime, başarılarıma bakmıyor. İş beğenmiyor dediniz ama iş beğenmemek değil, hangi iş hak ettiği değeri görüyor. Kabul etmeme sebebim; ben emeklerim karşılığında geldiğim yerde maaşımla da konumumla da insanların saygısıyla da ve her şeyle o değeri görmek istiyorum. Ben 3. sayfa haberlerine çocuğ...

Kapının sesiyle işsizin lafı yarım kalmıştı. Hepsi de anında kayboldular. Kapıya doğru baktığımda babam, kapıyı aralamış bana bakıyordu. O an galiba kafayı yedim diye düşündüm. Gördüğüm kişilerin hepsi bendim. Ben benimle konuştum ve hepsi kayboldu, diye düşünürken yataktan çoktan doğrulmuştum ve babam yanımda oturuyordu. Başımı okşadı, tek eliyle omzumdan tutarak sarıldı. Saat geç oluyor, hadi yat ve kafana bir şeyi takma, her şey bir sınavdan ibaret değil, dedi.

O gün, sınava girmeden önceki son akşamdı. Ne olacağım, nasıl olacağım, nasıl olursam iyi, nasıl olursam kötü olurum, hangi mesleği yaparsam sevilirim, hangi mesleği yaparsam daha çok değer görürüm diye düşünüyordum. O gün, baba olmayı öğrendim. Elde tesbih, bir omuz diğerine göre daha aşağıda sokakta dik dik yürümeyi değil, sevgiyi öğrendim. O gün, insan olmayı öğrendim. Hangi meslek sahibi olursam olayım, ne kadar maaş alırsam alayım bu dünyayı sevginin kurtaracağına inandım. Sevgiyle yapılan her şey güzeldir, diye düşündüm. Hangi mesleği yaparsam insanlar ne der, hangisinde samimiyetsiz alkış alırım diye düşünmekten vazgeçtim. İnsanları makamına, unvanına, maaşına göre ayırt etmeyi değil sevgisine, saygısına, insanlığına göre ayırt etmeyi öğrendim.