2023’ün gölgede kalan lezzetlerinden olan ve Andrew HAİGH’ın sıra dışı yaşamları konu alan bir film daha. Özellikle Weekend ve 45 Years filmleri ile bildiğimiz yönetmen yine ‘ötekilerin’ yaşamı üzerinden aşk, onaylanma, veda kavramlarına derinlemesine bir yolculuk yapıyor.
Londra’da, sadece iki kişinin yaşadığı bir apartmanda yaşayan Adam’ın bir akşam kapısı çalar. Gelen aynı apartmanda yaşayan Harry’dir ve Adam ile yakınlaşmak ister. Adam kabul etmez ve o gece yalnız uyur. O noktadan sonra yaklaşık filmin yarısına kadar bir taraftan Adam’ın aile ziyaretlerine öte taraftan Adam ile Harry arasında gelişen girift ilişkiye şahit oluyoruz. Adam aile ziyaretlerin birinde homoseksüel olduğunu önce annesine sonra babasına söyler ki zaten ziyaretlerin amacı biraz da budur. Her ikisi ebeveyn de yaşadığı şoku atlatıp Adam’ı onaylarlar. Bu dakikada filmde bir yükselme olur. Ekrana canlılık gelir. Eros devreye girer ve yaşama sevinci filme dâhil olur. Fakat kısa süre sonra gerçekle kâbusun, canlı ile hayaletin birbirine karıştığı bir noktaya geliriz ve film depresif atmosfer geri döner. Hem de ne dönüş. Önyargılarını kenara koyup filme odaklanan birisi acının vücut bulmasına şahit olur.
Filmin odaklandığı öncelikli tema hakkıyla yapılmamış vedalar ve hakkıyla yapılmayan vedaların insan ruhunda yarattığı erozyon. Dayanılması ne kadar zor olsa da insan her vedayı hakkıyla yapmalı. Zira yarım kalan vedalar hayatın devamı için büyük riskler taşır. Freud Yas ve Melankoli isimli çalışmasında sağlıklı bir vedanın yasla devam etmesi gerektiğini aksi halde tutulmayan yasın melankoliye dönüşeceğini söyler. Melankoli ise ayrıldığımız nesnenin ömür boyu hayatımızdan çıkmayacağının garantisidir. Melankoli kendimizi kaybettiğimiz nesne ile özdeşleştirme halidir. Dolayısı kaybımız ömür boyu bizimledir. Adam aslında çocukken ebeveynlerinden bir trafik kazası ile ayrılmıştır. Her ikisi ile de hakkıyla vedalaşamamış ve bunun acısını hala ruhunda taşımaktadır. Dahası yapılamayan bu veda Adam’da bir saplantıya dönüşmüştür ve ebeveynlerinin hayaleti ile yaşamasına neden olur. Kendi hayalinde onlarla vedalaştıktan sonra ise hayat kısa bir süreliğine normale döner. Kısa süre diyorum çünkü vedalaşmadığı başkaları kişiler de vardır.
İkinci tema ‘onaylanma’, özellikle baba tarafından onaylanma. Oedipus’tan beri peşimizi bırakmayan baba oğul ikiliği, onaylanmayan bireyin hayatını yarım yaşaması şeklinde kendini gösteriyor. Aslında babası, Adam’ın küçüklüğünde homoseksüel olduğunun farkındadır. Onu yaşadığı zorbalıklar sonrasında odasında ağladığını duyar ama yanına gidip teselli etmekten kaçar. Bunu da ‘çünkü ben de o zorba çocuklardan birisi olacak potansiyeldeydim’ diye açıklar. Yani oğlunun homoseksüel olduğunun farkındadır ve bununla yüzleşmek istememiştir. Bunu söyledikten sonra ise özür diler ve Adam’a sarılır. Filmin karakterlerinin ender mutlu olduğu anlardan birisi burası yani Adam’ın baba onayını aldığı kısımdır.
Üçüncü tema ise homoseksüelliğin bireyin toplumsal izolasyonu durumu diyebiliriz. Günümüz toplumunda homoseksüellik geçmişe nazaran daha kanıksanmış olsa da bireylerin yaşadığı yalnızlık ve ötekileştirilme durumunun hala varlığını koruduğunu biliyoruz. Bu insanlar ‘insan olmanın dışında bir şey’ olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Batı toplumunun daha modern yönünü oluşturan bir kesim homoseksüelliği kanıksamış olsa da toplumun çoğunluğunu oluşturan insanlar nazarında hala bir tabu olduğunu biliyoruz. Filmin en başında devasa bir bina, binada yaşayan sadece iki yalnız erkek. Bu izolasyon alegorisi son derece zekice ve etkileyici. Kendi yalnız yaşamlarında çaresizce debelenen bu iki genç erkek bir kaçış yolu olarak birbirlerine sarılırlar. Devamında gelişen sürprizleri izleyicinin keşfine bırakıyorum.
Film, Adam’ın kişisel hikâyesine odaklansa da anlatılan dramı kendimiz yaşamışız hissinden kurtulmak mümkün değil. Bu his izleyicinin hafızasında uzun süre yer edecektir zira bünyesinde çok ağır duygular barındırıyor. Yine bir filmde görebileceğimiz en tahrip edici mutsuz sonlardan birisine de şahit oluyoruz. Bu anlamda filmi izlemeden önce hazırlıklı olmak lazım. Hatta aşırı depresif ruh hali içinde olanların uzak durmasını tavsiye etmeyi vazife olarak görüyorum.
Andrew Scott ve Normal People’dan bildiğimiz Paul Mescal’ın oyunculuklarını takdir etmek lazım. Özellikle eşcinsel yakınlaşma içeren sahnelerin zorluğunu biliriz. Oyunculuların bu noktalarda sergilediği performans takdir edilesi.