"uzak inlerden geldin durdun önümde
uzun yol yürümeye merakın vardı
ağlamaya açlığın, bir çok hüzne mecalin
her sözcük gülmene bir dakika uzaktaydı
çabuk soğuyan hızla ısınan hislerimiz sınandı
kısa kar yağışlarını anımsatan yüzünle
şehirlerde, evlerde, sokak aralarında
vitrinlerde, insanlarda ve ışıksız gecelerde
baktık ki aradığın meğer bizde
"-ey aranıp da bulunmayan" dedin
"-ey tirşe gözlü sazende!"
sen aradığını buldun
ben bulduğumu aradım sende
çünkü bulunup da aranmayan şey yoktur bende
seninle uzun sürecek bir sohbetin ortasında bir yerde
biraz imlasız, biraz yarım, biraz kekeme
söz gelimi adı aşkla anılan herhangi bir halde
ismimiz kolayca konuşlanabilir
yan yana
ve aynı cümle içerisinde
*
yaramsın, aşka yol, hüzne yoldaşımsın
kutsal kitaplarda taşıdığın seni bahçelere sürüklüyor
kaşlarından başlayan, oradan şakaklarına
oradan yeryüzüne kavuşan, oradan yerin altlarına
-bütün solgun yanlarım ant içsin istiyorum!-
oradan köklerine dünyanın, oradan uçlarına
bir şarkının güzel oluşuyla değil
bir şarkının içli oluşuyla ilgili
göğe vurgun bir babilli olmanla ilgili
"- ey bulduğum seni bulduranla ilgili!"
alayişli akıntılarla sularıma kavuşman
*
şimdi istediğin denize boşalabilir sularımız
dipte oğul yosunlar yeşerebilir su üstlerine
hiç durma bir dalgayla daha vur kıyılarıma
davran! uzak sulara yüzdür gemilerimizi
beni bu ağır yükle bu zorlu sürgünde
beni bu kir ve de acizliğimle
durma, köpüren suların renginde beni
insanlar arasında yalnız bırakma"