I. Onbinküsürüncükez


güneş batıyor onbinküsuruncukez

ve doğuyor sabahı garantiye alan ümit akşama

radyoyu açıyorsun kuşlardan kalan bir şarkı başlıyor bize

gök hapsinden kaçıp kaçıp konduğumuz kadar özgürlük

biliyorum sen de yıldızları sevmiyorsun öylece duruyorlar

o iyi dilekler de kaçırdığımız demlerin içinde duruyorlar

derken hiç tanımadığımız bir yerden es(!)

hayat bu kadar tutuk işte biz bu kadar çaresizken

ağlıyorsun

onbinküsuruncukez


göle yeni bir gemi gibi indirilirken

o ressamın yaptığı o resimde olmayan

ve yeterince yontulmayan bir heykelse taş

ancak bir şarkıyla tamamlanandan

kulaklarımıza dönerken işimiz hep mi bu kadar yaş!

durdurmam imkan dahilinde değil kalbimi ve sen…

varsın bir zaaf olarak geçsin kayıtlara

evden kaçmak isteyen çocuklarla büyüdüm ben


sorun değil kaldırımları şehirlerin içinden tartışabiliriz

bu da bizim kusurumuz olsun: açlığımıza kavgamızı bahane etmek

oh ki borsayı bombalamak isteyen adamlar bizim cemimizden

anahtar uydurulamaz kilidimize

normal şartlar altında bildiğin anormaliz

siparişin gecikmesi en çok garsonla tanışma imkanı sunar bize

sen durmadan gidersin ben tutar döndürürüm kalbini

uçak düşer kara kutu sehpa olur iki dem muhabbete

iplerinden boşanmış süratli bir trapez

kadar yangının var çadırı yırtıp çıkmaya

kanıyorsun

onbinküsuruncukez


affettikçe dertlenen

dertlendikçe affeden

iki ara bir dere

fasit bir dairede oturuyoruz sevgilim

söylenmeyen şeyler söyleyemediklerimiz

ağlanmayan şeyler ağlayamadıklarımız

babası ölen çocuklarla unutanlar köprüsünde

sürekli mektup bekleyerek yaşamaktan vazgeçmedik hiç

iyiydi işte

sahnenin dar mikrofonun bozuk üstümüzün yırtık olması

başka şarkılardan bu şarkıları söylememiz iyiydi


derdi olan ceketini çıkarmaya vakit bulamaz sanki

öpüşlerin hayali uykuların ninnisidir

bu kadar dağ bu kadar çıkılmak için sevda

evlerini yamaçlara kuranların rahatlığı rahatsız edicidir

ömrümü seninle bir otelde aidiyet kusarak

havluların ve yalnızca kapıların altından esen rüzgarların şahitliğinde

ömür seni seviyorum demek kadar geçicidir

topu topu bir gün çatallanıp çatlayarak susacak bir ses

anlıyorsun

onbinküsuruncukez


ne olacak kime ne

bir yerimizden yakalanmışız işte

anlamak en yapışkan yükü bu hayatımızın

yangında ilk yakılacak!

zihnin hayaletler doğuran arsız gebesi

sırat’ta ilk atılacak!

beni anlamanı öldür seni anlamamı bağışla

gözlerimiz ne kadar güzel ne kadar nefes nefes

herkeslere bakma herkesler havamıza astım

uzan tut kendine kalbinin tozlarını alacak bu bez

kalıyorsun

onbinküsuruncukez


bir şu yalnızlığın bastırdığı kanlı geçiştirmeler…

büyük sofranın içinde ne diye küçük sofralar açıyorsun?

çiçekleri öldürülmüş sanıyorsun onlar zaten ölüler

çiçekleri canlanmış buluyorsun ki vallahi canlılar

ara vermeden solan renklerin arasında

benim giderek daha da kırmızı olan bir kırmızım var

senin de olsun!

son sürat sana doğru koşarken beni vurdular

sen vurdun demiyorum ama beni vurdular

benim de bu kadarcık kurşundan geçmeyen bir yaram olsun


kimsenin olamadım

kimsem olmadı allah’tan ve anamdan başka

şartsız şurtsuz kim affettiyse hepimiz onunuz esasında

vurgunuz yarım kalana

kendimizle dargınız

ağlamak için insanın kendinden başka bir yari daha olmalı yarasında

her türlü galeyana hazırım

yeter ki düştüğüm zaman kalkmayayım

trensizliğimi yutuyor her defasında bomboş kalan bir gar

sabaha daha çok var ama biliyoruz ki bir sabah var

ölüp gideceğiz işte yetmedi mi o güzelim şarkılar

yetmedi mi bu kadar hayvanımıza bu kadar kafes

radyoyu açıyorsun kuşlardan kalma bir şarkı başlıyor yine

dönüyorsun

onbinküsüruncukez.



II. Sıradaki Ezan Sevip De Kavuşamayanlar İçin Gelsin!


sevdiğini alamayan bütün müezzinlere...


bir trapezin durması gibi suya

içime çok yüksek bir yerden atlar mısın leyla

başın kaşın yarılsa diplerime çarparak

kanın karışsa suyuma

yerin bütün kanunlarına kusarak

ben sana bulanayım sen bana...


kapımı çalmanı istiyorum leyla

o kadar evde yokum ki anlatamam

insan insana aşık olmaz güzelim

insan insanın yanında bile durmaz

bak hala görmedin mi yoksa mecnunu

sen sanıp çölün öpmedi mi kumunu

şundandır her dem kalbe yayılan sızı

neyi sevdiysek dolandı kanatarak

dikenli bir tel olup seven her tarafımızı

elbet her fani gibi ben de bir faniyim

sen de bir fanisin leyla jiletin varsa göstereyim


yine de kapımı çalmanı istiyorum leyla

evde yokum evim yok dışardayız cümbür cemaat

seni de istemiyorum beni de bu başka

öyle bir yol ki nasıl güzel nasıl dar

benim de bu dünyada ödünç bir kapım var

olmuyor tutamıyorum kendimi leyla

kapımı çalmanı istiyorum hepsi bu kadar



III. Deli Gibi Uykum Var Nermin


deli gibi uykum var Nermin

gözlerimi yumsam

mayınlar patlayacak çobanlarımda

kuzular geceye

kırık bir kaval gibi dizilecekler

elimden hiçbir şey gelmiyor inan

dünyasız kaldıkça böyle

aklıma seni düşürüyorum

karnıma bir tank giriyor

gibi seni düşünüyorum

alnımda harp

kaşlarıma basa basa yürürken

çehreme çalınmış hilal

kalbimden küllerle fışkıracak neredeyse

dönüp baksan ölümün elimden olacak

bir terazi bozacak eski bir teraziyi

morga mor çalacak pıhtılaşan kan

terlemeyen bir at patlayacak koşarken

dönüp baksan Şeddad’ı indirecek kıyamet!

tül

rüzgarla değil artık

güneş

bile battı

savrulan balyoz

içinden geçiyor buharın

tutan el

yarıyor suyu

kan zerk aleminde seninle dolanırken kuyumu

kıyıldı nikah

ölsem de durur nişanı

ben bir tek damarımı bilirim onun da adı Şah!


deli gibi uykum var Nermin

şuramda sen

gecenin üçünde çevirmeme girmişsin

o dakka telsizime

ela gözlü türküler çalmışlar

ve devletin dinlenmeden dinleyen dinlileri

dillerimi işkenceye sağmışlar

anlatamıyorum Nermin

bu dudak öpemez deyince bana inanmıyorlar

kimin içine değebilmiş bir dudak?

mühür verilmiş ateşe

ve erimemişse mühür

bülbül ne için ölsün ki güle?

o çekiç gözlü, bahçıvan mı sanıyormuş kendini?

bizi elindeki çivilerle mi döndürecekmiş çöle?


deli gibi uykum var Nermin

elimden hiçbir şey gelmiyor inan

ben her gün bir emevi asıyorum içimde

azalmıyorlar Nermin

omzumda bir gülünç ağrısı

nereye gitsem

varır varmaz arıyorum seni kendime

yapacak bir şeyim yok

çok sağanak yağdın zarlarıma

beni içime kadar ıslattın Nermin

zührevi bir felçsin arlarıma

şuramda sen

şuramda…

son sürat kan kaybediyorken

devrilen bir ambülansın içinde kadar şuramda…

açıp gösteremiyorum Nermin

yasal tedbir koymuşlar gözyaşlarıma

deli gibi uykum var Nermin

bir mengene

ile şakaklarımı

yeniden sipariş ettim kendime

urlarımı cellâdıma bahşiş bıraktım

zaten nereye uzansam ölüm

içime bir gardiyan kaçmış gibi ben

koğuşlarımdan sana daraltılmışım

ipin koptuğu yerden boşanan bir çığlığınsın

iki el sıksan havaya

iki kuş düşer verir kalbini

ama beni bir bahane bulup da…

kurbağaları tartmaktan dönen bir yılgınlığınsın


deli gibi uykum var Nermin

gözlerimi tankerler boşaltıyor

gözlerini gözlerimden al

beraber bir şeylere bakalım

elimden hiçbir şey gelmiyor inan

elimi çabuk tutman lazım

ben ki

böbreklerimle hayata bağışlanmışım

anlamak istemediğim bir şey var gülüşünde

istimlak edilmiş gövden

ne kadar da kanlı duruyor sermayenin dişinde

böyle ru be ru

böyle eli belinde müteyakkız

sittin sene geçse anlaşamayız

beraber bir şeylere bakalım Nermin

bakmayalım hiç birbirimize


deli gibi uykum var Nermin

gövdemi söküyor şafak

ipliğim çözüldükçe

içimde ağırlaşan bir ittifak

cebimde Marx

boynumda dükkan kapatan esnaf

dünya elindeki aynayla

açı kuruyor omuzlarımın ortasına

uyumuyorum Nermin

kustuğum kükürt soluduğum azotla akraba

birbirini bulan iki açık pencere

gibi cereyan yapıyoruz seninle hayata

artık kabullendim:

beni karşılamıyorsun burada!

ben senin uyuduğun yerlerde geziyorum

sen benim sürülerimi sürüyorsun bozkırlarına


deli gibi uykum var Nermin

elimden hiçbir şey gelmiyor inan

ben nasıl uyurum sen uyanmazsan

Allah biliyor hiçbir şeyim yok

sevilecek şeyler ağaçların arasından geçip gidiyor

seni sevmek de öyle orman!

yanınca bitiyor her şey yanınca bitiyor

kalanlarla avunmuyorum Nermin

sen yoksun her nasıl olmayacaksan

bu imtihan bu debi

o terli atın külündense bu kalp

çok sevinirim ya Rabbi

beni her yerimden kapatırsan