Dinin yokluğundan nasıl zarar görüldüğünü, Sovyet toplumu açık biçimde kanıtladı. Ama dinin aşırı varlığından da zarar görülebilir; bu Cicero'nun zamanında, İbn Rüşd'ün zamanında, Spinoza'nın zamanında, Voltaire'in zamanında bile biliniyordu. Fransız devriminin, Rus Devrimi'nin, Nazizm'in ve bazı birkaç laik zorbalığın aşırılıklarıyla iki yüzyıl boyunca unutulduysa da, bunlardan beri pek çok olay yaşandı bize bunu anımsatacak. Umarım bütün bunlar, dinin yaşamlarımızdaki işgal etmesi gereken yeri daha doğru biçimde değerlendirebilelim diyedir.
"Para" için de aynı şeyi söyleyeceğim. Maddi zenginliği ayıplamak, zenginliklerini artırmaya çalışanları suçlamak, sürekli olarak en beter demagojilere hizmet eden kısır bir tutumdur. Ama parayı, her türlü saygınlığın ölçütü, her türlü iktidarın ver her türlü hiyerarşinin temeli durumuna getirmek de toplumsal dokunun parçalanmasına yol açar.
İnsanlık, iki-üç kuşak içinde, birbirine karşıt birçok yöne saptı. Komünizm deneyimleri ile kapitalizmkiler; tanrıtanımazlığınkiler ile dininkiler. Bu salınımlara ve onların sonucu olan kargaşalara boyun eğmek zorunda mıydık? Bu deneyimlerden ders çıkarmak isteyecek kadar ve bizleri güçten düşüren bu ikilemlerden kurtulmayı arzulayacak kadar aklımız başımıza gelmedi mi daha?