"Bu Gezi Yazısı kesinlikle madde kullanımını özendirecek şeyler barındırmıyor.

Sadece, öğrenciyken yurtdışında yaşadığım ve şimdi dönüp bakınca eğlenceli bulduğum bir anı."




2013 yılının başında, ailem, "hazır öğrenciyken sana schengen vizesi alalım, ileride lazım olur." diyerek, beni Hollanda'nın Rotterdam şehrine, halamın yanına yolladılar.

Halamla kuzenim beni havaalanında karşıladılar. Bir güzel yedirip içirdiler; Rotterdam'ı karış karış gezdirdiler falan ama onlara emanet olduğum için hep gözetim altındaydım. Onlarsız, habersiz iki sokak öteye gidemiyordum.


Buraya ne umutlarla gelmiştim oysaki. Amsterdam'a gidip spacecake yiyip, sigara falan içecektim yani. Hatta nerede ne yenir, ne içilir hepsinin notlarını almıştım.


Neyse, sıkıcı geçen beş-altı günün sonunda dayanamayıp, "hala ben biraz geziyorum," deyip, çıktım evden. Tabelaları takip ede ede tren istasyonuna ulaştım. Information'daki kadına "Amsterdam'a nasıl gidebilirim?" diye sordum, "şuradan gidebilirsin." deyip merdivenleri gösterdi. Ablacığım bileti sormuştum aslında ama sorun bende de olabilir tabii, ingilizcem iyi değil sonuçta. Bir daha sormaya utanıp çıktım merdivenlerden. Öyle bizdeki gibi turnike, üst baş arama, kontrol vs. yok. Trene bin git. Ama trenin içinde bilet soranlar var, kontrol ederlerse bilmem kaç euro ceza yazıyorlar hemen.


Neyse efenim, cezasız bir şekilde Amsterdam'a vardım. Önce biraz turladım şehri, gezilmesi gereken yerleri gezdim falan.

Sonra da ünlü bir coffee shop var, oraya gidip spacecake yiyecektim.


Gittim, yedim. Bayağı meşhur bir şey bu, iyi kafa yapıyor diyorlar. Yarım saate geçti bende tık yok. Hayatımda hiçbir şey değişmedi. İnsanlar falan hâlâ aynı yani.

Yok yok, bu böyle olmayacak deyip başka bir mekana geçtim, menüden bir şeyler seçtim, oturdum masama içmeye başladım. On dakika geçmeden benim kafam güzel oldu mu? Oldu. Ama nasıl güzel oldu. Menüden güzelliği seçmişim yani. İlk tribimi, mekandaki adam beni kovar mı kovmaz mı diye düşünerek yaşadım; o kovmadan ben kalktım mekandan. Biraz yürüdükten sonra, sanki hep aynı sokaklarda yürüyormuşum gibi hissetmeye başladım. Evet, aynı sokakları yürüyüp duruyordum. Bunu fark ettikten sonra daha önce girmediğime emin olduğum bir sokağa girdim, orası da Red Light caddesine çıktı. Camekanın ardında, bir abla gülümseyerek beni çağırdı. Sağ elimi sol göğsümün üzerine götürerek "Eyvallah" dedim. Bayağı eyvallah dedim yani, sonra buna güldüm bir süre. Dedim, buna bir son verip Dam Meydanı'na çıkayım. Meydana yürürken kimi görsem iyi? Üniversiteden, Drama ve Rusça hocam M. Gayıbova. Hocam senin ne işin var burada diyemeden ikimiz de yürüyüp yollarımıza devam ettik. Ben dönüp bakmak istesem de "Selam vermediyse tanımamıştır, rahatsız etmeyeyim," diyerek vazgeçtim bundan.


Sonunda Dam Meydanına varmıştım. Ama bir terslik vardı yahu. Meydandan "Yallah Bismillah Allah-u Ekber" sesleri geliyordu. Çoğala çoğala hem de. Müslümanlar bir şeyleri protesto ediyordu. Yok yok, bu da gerçek değil galiba, sigara çok sağlam çıktı, deyip bir şeyler yapmaya karar verdim. Ama ne yapacağımı da bilmiyorum tabii. Meydandan kaçarak uzaklaştım diyebilirim.


Saate baktım, akşam olmak üzere, havanın kararması da yakındır. Neyse, dedim, halam merak etmiştir gideyim artık eve. İstasyona vardım, trene bindim, hava karardı; yağmur yağmaya başladı. Telefonumun da şarjı bitti. Kafam hâlâ güzel bu arada. Bir bu arada daha; bilete yine para vermedim. Yakalanırsam da yapacak bir şey yoktu artık.


Yine kazasız cezasız Rotterdam'a ulaştım. Trenden indim ama "oğlum burası öğlen geldiğim yer değil sanki." kapıdan çıkıp istasyonun karşısındaki dönerciye Coolhaven'a nasıl giderim diye sordum, adam bana Flemenkçe bir şeyler söyledi. Ben de mi Flemenkçe sormuştum acaba? Abi Türk'üm deyince, hee dedi, anlattı. Anlamadım tabii. Durakların üzerindeki haritalara baka baka eve ulaştım. Saat de 9 mu olmuş 10 mu hatırlamıyorum tam.

Halam bir fırça kaydı eve gidince, bir fırça bu sert olur; bir fırça bu kadar umursanmaz olur. Bari halıdaki desenleri falan inceleseydim, yok, hiçbir şey duymuyorum. Sigaranın etkisi nasıl bu kadar uzun sürer şaşıyorum yani.

Neyse, fırça faslı bitince, hadi iyi geceler, deyip uyudum.



Belki bir sonraki gezi yazısında "Yerden bayağı yüksekte olan bir ışığı Eyfel kulesi sanıp yürüdüğüm; ama ışığın aslında yıldız olduğu" anımı anlatırım.



*Yabancı kelimelere google'dan dönüp bakmadım, yanlış varsa i'm sorry.