Ansızın fark etti, bir önceki düşündüğünün ne olduğunu anımsamıyordu. Bu pek mühim görünmedi, kim bilir kaç kere bu durumda bulunmuş ama unutuşun boyun eğdiği her kelime gibi yok olup gitmişti. Şimdi savrulmaktan başı dönmekteyken neyin hayal ürünü neyin gerçek olduğuna dair keskin ayrımı yitirmişti. Bira şişesine çarpan kolu irkilmeyle geri çekilirken, ağzından dışarı köpürerek fışkıran arpa suyu bile henüz yere düşmemişken anladı. Biraz sonra çıkacak olan gürültünün pişmanlığını şimdiden duyumsuyordu, karşı koyamadığı güç tarafından parçalanmış camlardan parçayı tenine batıracak, kanın akışını seyredecekti ama henüz bunların hiçbiri gerçekleşmemiş, biranın tabanı masadan ayrılmamıştı. Anladığında, her şey havalanıp uçuyor- ağırlığı olmadığı takdirde.


An ne? Saklambaç oynarken ebe yerinden hiç açılmadığından kimseyi bulamayan çocuk gibi; oyun bitmiş, herkes evine gitmiş de o hâlâ hareketi arıyor gibi. Sahi bu sorunun izinde binlerce kahır çekilmiş, kandırmalar ile paranoyalar bezenmiş. Ankastrenin tozunu almış ama anksiyetesi geçmemişti. Canı sıkılıyordu, şişe anbean yer çekimiyle tanış oluyordu. Zan altında bırakmak istiyordu sanki. Fanatiklerin çığlıkları sokakta yankılandı. Nazikçe mütemadiyen namüsait. Andık ama artık ant vakti, yetti değil mi? Yandı masa örtüsü, şişeden çekilen elin küllükle çarpışması sonucunda. Anma daha, anmam ve kanmam.


Kelimelerin her biri diğerini andırıyor mutlak hiçliğin muğlak pençesinde. Anlamaların süratinden bakışlarını perdeleyen, aydınlığa suretini gölge ile nakşeden düşte düşlenenin yitişi. Şimdi yerle bir evinde günün doğmasını bekliyor, sonra da batmasını bekleyecek. Su ressamın tablosunda yahut anıldığında durgundur oysa bir nehrin veya bardağın içinde hep akar. Şişenin terlemesi sonucunda masada oluşan halka saatlerce seyredilecek, rüzgarla şekiller değiştirecek. Yürüyüş

yapanlar dingin, kumlar erimiş koca kayalar esintiyle, sonsuzca.


Yüzler birbirlerini andırıyor ama her birinin yabancılıklardan yapılma parçanın bütünleri olduğunu düşünmek antika kafasına sıkıntı veriyor. Keşke okusaydım diye geçirdi aklından, kaza sonucu kopan dilinin kalan parçasını dişlerken. Kapkaranlık ama ancak o vakit görebilir. Şiir, tehlikeyi haylaz bir berraklıkla savuşturuyor. Bahçesindeki mor leylaklara bakıp ah ediyor, bunları söyleyeceğime dallarına dökülen çiy olsaydım otların. Şişe düşüşünü sürdürürken mey olsun dilerdi diğer yanda da şiirler saçılsın şirin dudaklardan. Biranın ağzından saçılan sıvı etrafında uçuşmakta olan sineklerden birinin kanadıyla çarpıştı.


Tuzakların nerede olduğunu anlatmak için katledilmiş binlerce ağaç. "Özgür kaldım," diyebilmek için önce tutsak olmak gerekir, bu farkına varış anılır. Yüksek sesle yapılan işlerde yiten mana gibi. Bir örümcek boşlukta yürüyebilir ya da ağ görülmemiştir. Kendisine bakmadığı için boşluğa baktığını sanan genç hanım tüylerini diken diken yapıyor, ona kalsak kendisi yoksa yokuz. Söylenene göre Çin Seddi uzaydan bile fark edilebilirmiş, yine bu aşmak manasına gelmiyor.


Hatam! İşte yine o cılız ses, milyonlarca yıl uzaktan seslenen alaycı gülüş, işitiyorum beni sağır eden, kurguların yıkımı. Anladı, anlamak ansızın.


Yoldan geçmekte olan biri seslendi: "Abti Abtii, ne yapıyorsun yine kendi kendine orada!"


Bira şişesi paramparça oldu ses ile birlikte, an ise yitti gitti payesinde, sinek çaresiz sürdürüyordu çırpınmayı kendine göl gibi gelen derinliğin içinde.