Yaşadığımız anın tadını çıkarmalıyız, evet, hep de bunu söyleriz, ya kendimize ya da çevremizdekilere… Dünden ders alalım, geleceğimizi planlayalım, evet ama bugünü de es geçmeyelim.


Amma velakin bu konuda pek beceriksizim. Hayır, kendime telkin konusunda değil. Sık sık hatırlatmalar yapıyorum kendime... Uygulamaya geçirme noktasında tıkanıp kalıyorum işte. Otuz yıllık ömrü hayatım olmasına rağmen hep bir eskiye özlem lafı dolaşıyor dilimde. Hep bir geriye sarılıyor anılarım göz bebeklerimde.


Neymiş efendim, eskiden bayramlar böyle miymiş, şimdi tadı tuzu kalmamış. Şu anı sahiplenmeme, yok sayma, görmezden gelme ve doğal olarak anı yaşayamama krizine sokuyorum kendimi. Bunun bi karşılığı olacak elbette. Yok öyle yaşadığım günü hiç yaşanmamış saymak. E elimde kalan ne oluyor? Yaşayamadığım bugünüm özlem duyduğum dünlerim oluverip zihnimin karıncalanmasına sebep oluyor. Al sana paradoks.


Eskiden yaşanan kışlar… Donan parmak uçlarımızı nar gibi soba borusuna yapıştırışımız...

Kar suyunun asla teğet geçmediği ayakkabılarımız… Hepsi birer yaşamadığım bugünün yarın olunca bende kalan dün özlemi...


Bir an olsun bugünüm de yarınımın kaygısından çok uzakta ve dünlerimin hatıralarına karışmayacak. De ki bir lütuf olsun. Gökten zembille insin önüme. Kısacık bir an işte bugüne ait. Dalıversem içine ve bambaşka filizler çıksa o tek bi anda. Her bir filiz her bir anın içinde boy verse günden güne…


Anı yaşayalım demeyelim bence bu saatten sonra, anı yaşayalım sadece her gün bir önceki güne nispette bulunurcasına. E tabii gün gelir, bakarız arada arkamıza. O kadarını da çok görmeyelim dünden kalan yaşamımıza…