"Kayalıklar deniz kızlarının mezar taşlarıdır," derdi annem, "aşıklar azapları". Tanyeli mezar taşlarına isim kazadururken cılız smokin kedi, aşıkların mide kırıntılarını kemiriyor bu sabah. Ufuk çizgisi, olay yeri inceleme şeridi gibi gerilmeye başlıyor ağır ağır. Hava öyle kasvetli ki kimsenin kılını kıpırdatası yok. Ağaçlarda kellik hakim, martılarda kıştan kalma tembellik. "Her deva yeni dertlere gebedir," derdi annem "sonsuz mutluluk diye bir şey yok". İşte kıçı iskeleden sekip duran bir motor "DENİZKIZI 4". Halatları öylesine çürümüş ki bu hırçın denizde bir deniz kızını zapt edebileceği ihtimali bile komik. Gerçi gidene çelik halat ne desin?


Simitçi bu sabah 15 dakika kadar gecikti. Bazı günler sahil yolunda oluşan kuyruktan nasipleniyor, Yedikule ışıklarda. Ben de tabladaki simit sayısıyla yüzündeki tebessümü çarpıştırarak anlıyorum, sahil yoğunluğunu. Hepimizi etkileyen kasvetli hava, onun ekmek kavgasına engel olamıyor. Güneş doğum sancılarını atlatıp olanca kızıllığıyla sol gözüme ilişiyor ben simidimi kaparken. Martılar fazla uzağa gitmiş olamaz, şimdi tepemde cıyaklamaya başlarlar. Ne zaman martı beslesem aklıma Pavlov gelir, ağlarım. Kuşsun ama özgürlüğünü bir susama satacak kadar alçalıyorsun. Seni bu hayata hapseden insanların, o an kadar umurundasın. Aslında martıların suçu yok. "İnsandan öte cehennem yok." derdi annem. Şimdilerde, bir martı kanadından anlıyorum deniz kızlarını ve cehennemi. Aslında daha çok annemi.