Demli çayından bir yudum aldı ve ilk yudumda, çayın demli aroması tüm duyularını ele geçirdi. Gözlerini kapattı, insan sesleri, martı sesleri ve vapur düdükleri, müziğin melodisine karıştı. Türk sanat müziğinin nağmeleri mekanda yankılanırken, bardağına bir kere daha uzandı. Her yudumda şehrin karmaşasından biraz daha uzaklaştığını hissediyordu. Hatta, yudumladıkça çayını ruhu ayrılıyor gibiydi bedeninden. Ya da siliniyordu silüeti madde aleminden. Bardaktaki çay azalırken zihninde düşünceler akmaya başladı. Geçmişin anıları, geleceğe dair umutlar, hepsi bu demli çayın tadında gizlenmiş gibiydi. Her yudumda bir tefekkür, her yudumda bir keşif…


Son yudum bittiğinde ruhuna bir dinginlik hakimdi. Bedeniyle de birleşmişti yeniden. Tek başına içtiği bu demli çay, ona yalnızlığın güzelliğini ve gücünü hatırlatmıştı. Bu basit içecek, bazen bir teselli, bazen bir ilham kaynağı, bazen de sadece bir huzur anı olabilirdi. Sevmezdi de çaya methiyeler düzülmesini. Çay edebiyatını hiç sevmezdi. Ama bugün burada mesele, çay değildi. Çay sadece bir vesileydi. Bir anahtardı sadece.