Yas şehri kapılarının, tokmaklarını çaldım,

Kapıyı açan olmadı,

Her çalışımda çalındı ruhum,

Siyaha çalan beyazlarla,

İçinde kayboldum kahredici yoğunluğun.

Bu olan, olağan mı?

Soracağım kimsenin olmadığı yol geçen hanında,

Ben geldiğimden beridir,

İt ürümez kervan yürümez oldu.

Kapının deliğinden göz süzerken,

Şehrin ortasına düştüm.

Hâlâ anlayamadığım nasıl da bana uygun bir kilit,

Şaşkınlığımı takındığımda açılmazken,

Endişelerin ufak takısı bile, yerine tam oturdu.

Benden başkası değil bu şehrin şu anahtarı.

İçerisi benimle dolu, kül rengi kötü anılarım,

Üflesem uçuşacağım,

Hangisiyim?

 

Aynalarım aynılarıma tutulmuş,

Heybetli labirentlerce kaybolmuşum.

Herkesimin çehresine mıh aynı halkalar,

Koyu anlardan yadigâr.

Gözlerime bakamıyorum,

Gözlerim açılıyor milyar gözlerime.

Her bende aynı şuur ve aynı kusur,

Her birimde bilinç, bakıyorum hangisi ilk girenim.

Kapıyı kaybetmeseydim çıkabilir miydim?

Yoksa arkadan kitler miydim, kendimi kendime?

Ben bakmaya çalıştıkça gökyüzüne,

Gözlerim dalıyor gökgözüme

Yüzüme damlıyor yaslı yaşlar,

Sanki bir cesede bakar gibi,

Ağlıyorum her bir birimimle,

Minik bencikleri görmüyor,

Vanasız çeşme gibi akıyor çeşmim,

Selleriyle yıkıyor kendi cesetini.