Sabah nasıl uyandığımı hatırlamıyorum, önceki gece nasıl uyuduğumu da. Hayattan ne zaman ve niçin bu kadar uzaklaştığımı da bilmiyorum. Sorup dursam da bir cevap veremiyorum. Hava neden sıcak yahut neden korkular var bunları da anlayamıyorum. En son neye heyecan duyup neye üzüldüğümü hatırlamıyorum. Sadece her şey kafama takılıyor o kadar.
Bazen gülüyorum farkındayım dişlerim eskisinden çirkin. Belli milatlar olduktan sonra hayat farklı algılanmaya başlar. Renkler değişir, sesler ilkelleşip bir melodi gibi olabilir. Her miladın ayrı bir öncesi ve maalesef miladın taktiği gözlük ile bir sonu vardır.
Dağlar ıpıslak, ayakkabılarım beyaz. Elime bir hortum alıp çamları suladım sonra tekrar oturduğum yere geldim. Adım atarken gökyüzü bana bir yabancı gibi ama her asfalt ile kavurucu şekilde ahbaplık ediyoruz. Onlarla konuşmasak da anlaşmaya çalışıyoruz. Çizgilerini insanlar karışana dek hiç bozmuyorlar.
Hayata hissettiğim bir aidiyet yok. Duygular hisler yerini yaşam kurallarına ve yetişkinlik gerekliliklerine bıraktı. Bir ara tekrar gülümser gibi olmuştum bu sefer de her şey beni yeniden kendi benliğine çekti. Bu süreçte ben hangi benliğin içindeydim? Cevap verememiştim.
Sonra hayat daha farklı bir hal almaya başladı. Artık kimseye çok yakın olamıyordum. Yaşam mutlaka bir şekilde bitecek ve ömür denilen süre kadar biçilmiş bir zaman dilimiydi. Bu dilimi nasıl doldurursak dolduralım pastanın aslan payı hep başka yerlere gidecekti.
İnanç, umut yahut bir parıltı. Hepsini sırtıma koymak zorunda olduktan sonra hayat bir kapı aralığından beni izler oldu. Bu izler sırtımdaki torbadan fazlası olmalıydı.
Tabi gereklilikler kimi zaman tahminleri de içeriyor hayat bir türlü hiçbir şeyden emin olmama yükünü bana yüklüyordu. Kararsızlık artık alışılagelen bir uzvum olmuş ve onsuz her fikir bir eksikmiş gibiydi. Hiçbir fikri danışacak kimse yoktu varlığın orta yerinde yokluğun nasıl tecrübe edilebileceğini deneyimlemeye çalışıyordum. Bu hali ile hayat bana bir kez daha yabancı geliyordu.
Her zaman aklımda düşünceler vardı ama çoğu kez bunları kelimeler ile düşünemiyordum. Sadece belli hisler bırakıp giden binlerce misafir kapısız odaları dolduruyordu. Bir aralar insanlar buraları ziyaret ederken kapı çalma nezaketinde bulunuyor, bulunmaları rahatsızlık verecek bile olsa öncesinde bundan haberdar olabiliyordum. Bu odaları istediğim gibi yaşanacak hale getirebiliyor, yakışan bir halı seçip buna uygun bir tablo asıyordum. Bir süre orda olmamam gerekmişti. Odaları kitlesem de tekrar geleceğimi ben de tahmin etmezdim.
Geri geldim sonra. Yerde kırık camlar vardı bu camlardan anladığım bir şeyler değişmişti ve dahası camlardan zuhur eden görüntü benim de değiştiğimdi. Değiştiğimi anlamak için neden aynı yere gelmem gerekti. Buraları süpürmeye derleyip toparlamaya başladım. Her elime aldığım döküntü belli kanamalar ve yaralanmalara sebep oldu. Maalesef hiç isteğim hevesim kalmamıştı. Eskisinden tamamen farklı ama eskisi ile tamamen aynı yerde eskisinden tamamen farklı eskisinden tamamen aynı bedenle bir köşeye oturup köşeleri izledim. Arkasından kenarları incelemeye başladım bu zahmetin içinde. Odaya eskisi kadar çok ışık girmediğini fark ettim ama ışığın girdiği saatler yine güneşin koyduğu kurallara göre hep aynıydı.
Artık yağmur yağdığında ıslanmamaktan korumuyordu bura beni dedim ya dağlar hep ıslaktı. Mevsim sıcak olduğunda soğuk bir su isteyecek komşularım da başka yerlerde çeşmenin başındalardı. İlk aklıma gelen şey neden benim kendime ait kana kana içeceğim bir suyu olmadığıydı? Ellerimi kana bulamış olmaktan mı ileri geliyordu?
İleri geliyor geri gidiyordu. Belli ki zemini sağlam değildi. Sallanmak baş döndürücü olmaya başlamıştı. Belki de ben yokken bu sallantılar her şeyi, her yeri bu hale getirmişti. Yahut buralar ağzına kadar dolmuş attığım bir adım evi yıkacak hale gelmişti. Her ne doğru olacak olursa olsun bir zamanlar bu evin bana sağladığı beşiği andıran ve huzurlu uyutan sallantılar artık başıma yıkılacak bir yer haline gelmişti.