Şu yaşıma gelene kadar ne savaşlar gördüm ne zaferler kazandım, 

Ben yenilginin ne olduğunu sana 

rastlayınca anladım. 

Hiçbir mağlubiyet böylesine güzel yaşanmamış, 

Böyle acı bir dille anlatılmamıştı,

Büyük yaralar alıp hayata tüm gücüyle 

tutunmamıştı. 


Ya seninle hiç karşılaşmasaydık; 

Ya sen, bir sonbahar günü bana selam veren o güzel yabancı olarak kalsaydın? 

Yanımdan geçip giderken saçlarının 

uçlarına toplanan kokunu, benden tarafa 

savurmasaydı rüzgar? 

Hüzünlü gözlerini gözlerime misafir etmeseydin, vurulmasaydım o tanrıça gülüşüne,

İnsan olmanın sevmekle eş değer olduğunu nasıl anlardım? 


Ey cânâ, nereden gelir bu, bülbülleri kıskandıran sesin? 

Kainatın bütün ihtişamını saklar çehrendeki cam-ı sim'in. 

Ah, haylaz gönlümün, afet-i devranı… 

Ne vakit arz-ı cemalinden mahrum bıraksan beni, 

Bedmihr anılarla dolu çocukluğuma dönüyorum; 

Bir anam severdi beni, ondan gayrı kimse 

düşünmezdi yalnızlığıyla yalınayak dolaşan bu garibi. 


Sonra sen geldin harabe haneme,

Anamdan bile daha çok sevdin beni, 

Öyle cesurca, öyle alânî… 

Şimdi dövseler de ağlatamazlar beni, 

Kesseler bile öldüremezler içimdeki seni. 

Ben ki ayn-ı elem, bir zamanlar zavallı bedevi, 

Bana senden başka billah yoktur güzeli.