bir uzun yol sevdalısının
kanayan bakışlarında
yorgun
umutsuz
ve kederli bir cep aynasıyım
sesime yapışan hüznün gece nöbetçisi...
-bitse de gitsek- der gibi yaşanan
çok kafiyeli
çok sıkılgan günlerin elifbasını çoktan ezberledim
kapıları kilitledim
şifreleri unuttum
adımı cinayetler işlenilen bir semtte ayyuka çıkardım
gönüllüsüydüm çünkü aşkın ve yalnızlığın
vardı gece yürüyüşlerinde aklımda hep bir kaçış planı
kaçan kovalanan belki ölü ele geçirilen
gözleri az evvel sönmüş
bir şey diyecekmiş gibi kalan bir yüzdüm ben
orada... o yağmurlu akşamda.
sonra bir zaman
yemin billah edilen esnaf pazarlıklarına
aldırışsızdı bu yürek
selamın sabahın kesildiği kapı komşuları
ve en çok da camii cemaatlerine karışan
tanıdık yüzler/yabancı gözler
ama ille de karmaşa!
belki kime inandıysam oradan vuruldum
belki neyle avunduysam orada başladı susuzluğum
...
ama bakışlarımızdan da anlaşılır
alışkanlıkların körebesi
hayat adındaki bir şehrin sabıkalılarıydık
rüyaları uzun
yaralarımızı derin kılan buydu belki de
buydu büyük nehirleri
denizle buluşturan cesaret
buydu akşamın sessizliğine karışan içimdeki gürültü
şimdi, bir yol haritası bulup
kendi ömrüme derin tüneller kazarak
ışıkla buluşmaya gidiyorum, oraya...
o cep aynasına
hüzzam şarkıları mırıldar gibi bir rüzgar
gençliğimse
-eyvah!- der gibi göz kapaklarıma düşüyor
ah nasıl biçare!
vay benim temmuz sıcağına deliren kunduram
akan ter midir -ömür niyetine- paçalarımdan?
'vuruşarak geri çekildi' yazsın diye tarih
hayat ansiklopedilerine düşsün diye adım
ve
bir gece karanlığında terk edilen o şehir
mavi bir atlasta
nasıl davetkâr şimdi...