Yazmak! İnsanı baştan çıkaran şu kâğıt parçasına bütün samimiyetini çılgınca dökmek, çabuk çabuk, o kadar çabuk dökmek ki kendisine yol gösteren sabırsız Tanrı'nın yıprattığı el bazen yetişeceğim diye çabalar durur, nefes nefese kalır. Sonra ertesi gün, hummalı bir saatte bir mucize gibi yeşeren altın dalın yerinde kuru bir böğürtlen, açılmamış bir çiçek bulmak...


Evet Colette, Avare Kadın kitabında "yazma" eyleminin tarifini bu şekilde yapıyordu.(Bir mucize gibi yeşeren altın dalın yerinde kuru bir böğürtlen, açılmamış bir çiçek bulmak.) İnsan, duygularının bu karmaşası edebiyatın ölümsüzlük iksiridir. Şu an yazdığımız cümlelerden saatler sonra nefret edebiliriz. Yazdıklarımızı silip kimseyle paylaşılamayacak kadar değersiz bulabiliriz. Bu en büyük yazarın da başına gelir, sözcükleri en acemi şekilde biriktirmeye çalışan çaylakların başına da.


O yüzden edebi eserlerin beğenilme genelliği diye bir şey söz konusu olamaz. Sadece sürü mantığı ile beğendiğini düşünen insanların genellemesi yapılabilir. Bir eserin vermek istediklerini hayat birikimimizin el verdiği ölçüde alabiliriz. O yüzden de bir okurun bir yazarda bulduğu bir cevher başka bir okur için değersiz bir eşya gibi görünebilir. İncelemeler de bu konuda yanıltıcı olabilir. Duygulardan yoksun bir şekilde yazabilirsiniz o incelemeleri ayrı tutuyorum. Mekanik, ezberci bir yol ile hissettiğinizi değil de söylenmesi gerektiği ölçüde olanı yazabilirsiniz. Kendinizi katmaz, kaçmayı seçersiniz sonrasında karşınıza bir boy aynası çıkar. Avare Kadın'ın aynasıdır bu.

"Bu akşam uzun ayna ile karşılaşmaktan o yüzlerce defa kaçındığım, razı olduğum, kaçtığım, tekrar başlayıp yarıda bıraktığım kendi kendimle konuşmadan kurtulamayacağım.

Çaresiz! Her türlü ricatın ne kadar boş olduğunu önceden duyuyorum."


Özenli bir şekilde öznellik ifadesini açığa kavuşturmak istedim. Şimdi Panait İstrati'ye biraz değineyim.


Romanya'nın İbrail kentindeyiz. Ortodoks bir köyde İsa'nın dirilişi yortusunun ilk gününü kutluyoruz. Herkesle ve her şeyle bağını koparan bir Angel Dayı'mız var. Ailesine ihtiyaç duymayan aile bağlarını önemsemeyen, acının sadece insanın kendi içinde hissedebilir olduğu bir duygu olduğunu savunan ve her insanın henüz anne karnında mutluluk/mutsuzluk olasılıklarına açık bir şekilde hayata gözlerini açacağına inanan bir Angel Dayı. Çünkü insan hayatını salt bir duygu ile tamamlayamaz, bunu biliyor ve onun elinde olmayan koşullarla mahvolan bir hayattan kimseyi sorumlu tutmayacak olduğunu da biliyor. Bugün hayatımın daha iyi oluşu veya en dipte en mutsuz şekilde hissediyor olmamın müsebbibi kimdir? Kader mi, insanlar mı yoksa tanrı mı? Taşıyamayacağım kadar yük omuzlarıma yüklenince kime güvenip sabredeceğim? Kadere mi? İnsanlara mı? Tanrıya mı? Peş peşe gelen felaketler sonrası onun bir evliya sabrı göstermesini bekleyen kilise ve çevresine şöyle bir cevapla karşılık verecektir Angel Dayı.


"Evine gelince kucağında İsa'yı ve Meryem'i temsil eden etrafı minyatür kilise ile çevrili ikonayı ve kralla kraliçenin bir de veliahdın portrelerini duvardan indirdi. Bir kazma aldı, bahçede bir çukur açtı, onları dibine koydu, üstlerini toprakla örttü."


Panait İstrati'nin bu kitabında benim edindiğim mesajların en önemlisi özgür iradeyi ortaya çıkarabilecek olan kesin kararları alabilecek gücü insanın içinde bulabilmesidir. Olumlu veya olumsuz sonuçlanması önemli değildir. Verdiğiniz kararın hepsi sizin olduktan sonra sonuçlarına katlanacak olan da siz oluyorsunuz nasıl olsa.


Ablası onu "Kan birliği olanların derdi de birdir." diye teselli etmeye geldiği vakit, kan birliği yok diye tersleyecek biridir Angel. Ya da papazın onu mübarek paskalya gününde Hristiyan olanın verdiği "İsa dirildi!" selamını vermediği için yargılarken "İsa'nın dirildiğine inanmıyorum. Ölüler dirilmez." diye yanıtlayacak biridir Angel. Kendi seçimlerinin acısını çekeceğini bilen ve bile bile acı çekmeyi seçen biridir. En azından başkasının iradesinin kontrolünde mutlu gözükmeye çalışan milyarlarca insandan çok daha cesur bir seçim yapmıştır Angel.


İkinci bölüme başlamadan ve kendi sahneden çekilmeden önce konuyu Kozma'ya getirecek ve özgürlük duygusunu bir adım daha ileri götürecek İstrati.


Kozma bir haydut, zengini hedef alan bir haydut. Kendi seçimi onu nereye götürürse oraya giden biri.

"Haklı ve haksız, hayatın verebileceği veya veremeyeceği şeyler umurumda değil. Bütün hayat benim yüreğimdir."

Aynı yere dönüyoruz. Haklı veya haksız önemli olan kişinin kendi seçimidir. Toplumun, ailenin ya da tanrının değil.

Sana itaat edeceğim diye söz verdiği sevgilisine az bir zaman sonra sözünden cayacak kadar özgür biridir.


"Bana itaat vadettin, hâlbuki...

... hâlbuki, alışkın olmadığımdan unuttum."


Kozma öfkelidir de! Benzerliğe öfkeli, düzene öfkeli.


"Hür veya köle, insanlar aşağı yukarı aynı alışkanlık ve hisleri taşıyorlar. Şeytan götürsün hepsini!"


İstrati kitapları verdiği mesajları alabilenler için muazzam alamayanlar içinse işkence hâline gelecek metinlerdir. Belki de algılarımıza zıt düşen gönderimleri engelliyor ve fark etmeksizin bastırıyoruz. Başka türlü akıllı insan rolünü nasıl devam ettirebiliriz ki? Ama Kozma'nın yaklaştığı gibi yaklaşabilirdik birbirimize ve şöyle sesleniyor olabilirdik karşımızdakine:


"Seni deliliğinle olduğun gibi kabul ediyorum."


Ve bir tahtası fazla olan Kozma, şöyle tamamlayacak:


"Yalnız o, yeryüzünde yaşayan hayvanların en yırtıcısı olan insan, geçtiği her yere ölüm, sefalet, kölelik tohumlarını eker. Yerlerdeki, küçük bir gayret sarf edilse çok daha az cinayet ve bunca zevk ve saadet bizi beklerdi."