Ne sadık olacak kadar vaktim vardı.


Ne de sevgi yayacak kadar da çevrem.


Bir fotoğraf karesinde yıllar yılı kalacak kadar sadık değildim. Her baktığında üzmek istemediğimdendi. Ölüm yaşayan her faniye uğradığında seni bırakıp gideceğimden, sadık değildim. Yaşadığımı bilmek belki bir umut olur kalbinde… 


Kolumu uzattığımda tutabilecek bir sürü ele ihtiyacım yoktu. Sen vardın, o vardı, bir de ötelerde bekleyen sarı saçlı, keçikli kız. Sevgi. İhtiyacı var mıydı insanların sevgime? Hem sevsem ne olurdu? Kime huzur verebilirim, kime yoldaş olabilirim…Sanıyorum hep, sevildiğimi sevdiğimi sandığım gibi. Öğrendiğim birçok şey oldu tozlu topraklı o köy yollarında… Sabrı, azameti, çareyi, durmaksızın gelişen dünyadan soyutlanmayı, kıymet bilmeyi; kendimce de zihnimin girişini bulmuştum. Bozkırın renklerinden bir elbise dikmiştim. Birkaç prova yapmıştım köy meydanında, insanlar sevgili gözlerle izliyorlardı. Şehirde giydiğimde görmüyorlardı, sonuçta pahalı bir kumaş ya da bilindik bir marka değildi. Elbiseyi dikerken keçikli kız bana sadık olmayı, sevmeyi iğnelemişti. Bir zaman üzerimden hiç çıkarmadım. Hatırlıyorum da bozkırın keçikli kızıyla çekindiğimiz tek fotoğrafta amansız bir gülümseme, bir miktar güneşten yanmış alın, çiçekli baş bezleri, rastgele örülmüş iki örgü, boş buğday başaklarının dimdik duruşları canlı ve sıcaktı. Kenarları eskimiş, renkler cıvıldamaktan çok ton düşmeye yatkın, görünen gözler daha da çökmüş, belli belirsiz bir mimik hareketi ve hiç değişmeyen boş buğday başakları… elbise artık üzerime olmuyor. Çevreme yakışmıyor. Belki gidersem yine buralardan bozkıra doğru tekrar denerim. Fotoğraflarda sabit, anılarda sadık kalabilirim. Herkesi sevmem ama alnım tekrar yanarsa güneşten beni böyle seveni ben de severim.