Marilla, şaşkın bir şekilde masanın üzerindeki mektuba bakıyordu. Üzerinde Anka kuşu olan kırmızı bir mühürle kapatılmış siyah bir mektuptu bu. O odaya onlarca kez girmesine rağmen ilk defa görmüştü bu mektubu. Kızını bir ay önce defnetmesine ve odasına kimsenin girmesine izin vermemesine rağmen bu mektup buraya nasıl gelmişti? Sanki bugün açılması gerekiyormuş gibi Marilla'nın oturduğu sandalyenin yanındaki masaya bırakılmıştı. Marilla etrafına bakındı, kimse yoktu, zaten olamazdı da, Marilla kızıyla yaşıyordu. Kızı ölünce de tek başına yaşamaya başlamıştı. O biricik, her güne neşeyle başlayan kızı intihar etmişti. Kızının intihar edişi herkesi çok üzmüş ve şaşırtmıştı. Onun kadar hayattan zevk alan, herkese neşe dolu gülücükler saçan kızı kendini öldürmüştü, akıl alır gibi değildi. Marilla mektubu nazikçe açtı. Mektupta şunlar yazıyordu:

 

Marilla;

 

Tahminimce bugün günlerden 04.09.1882. Öldüğüm günden tam bir ay sonrası, evet bu mektubu bir ay sonra alıyorsun. Eğer ölümümden hemen sonra alsaydın dediklerimi yeteri kadar iyi anlayamayacaktın. Şu an mektubun nasıl burada olduğunu düşünüyorsun, senin de her zaman dediğin gibi 'bu haber sana kuşlardan geldi'.

Bu okuduğun satırlar, bir ay önce ölmüş birisine ait değil. Ruhu her zaman ölü olan birisine ait. ''Ama sen her zaman gülerdin güzel kızım'' diyorsun içinden; Ah Marilla, sen sadece benim gülen yüzümü görmek istedin, maskemin diğer tarafı, çok az görünse bile onu anlamak yerine kapatmayı tercih ettin. Mutsuzdum, beni teselli ettin, gülmemi istedin, mutsuzluğumu ortaya çıkarıp atmak yerine saklamayı tercih ettin. Ah Marilla, gülmek mutlu olduğum anlamına gelmez ki…

 

Ah Marilla, bana yeni yatak aldığın günü hatırlıyor musun ne kadar ağlamıştım. Çünkü sen bana yeni ve rahat bir yatak vermiştin ve onunla birlikte mutlu uykularımı da benden almıştın. Benim isteğim rahat bir yatak değildi, başucumda bana masallar anlattığın, başımı yastığa her koyduğumda masalların düşüyle uykuya daldığım o anlardı.

 

Ah Marilla benim hayallerim vardı, belki de bu yaşıma kadar beni ayakta tutan onlardı. Sen tek tek hayallerimi elimden aldın, yapmak istediklerimi bana yakıştıramadın, kendi hayallerini bir elbise gibi bana giydirdin ve benliğimi benden aldın.

 

Ah Marilla, beni biriyle tanıştırdığında hep ''kızım'' diye tanıttın, adımı hiç söylemedin, kimliğimi sakladın.

 

Düşledim Marilla, son bir kere kendim olmayı düşledim ve başaramadım. Kendimi unutmuş durumdaydım, bu hayatta kendim olmak yerine, senin bir başka versiyonun olmak istemedim. Kendi hayallerimi yaşamak istedim; senin benim üzerimdeki hayallerini değil.

 

Ah Marilla, lütfen seni sevmediğimi düşünme. Seni her şeyden daha çok seviyorum, lakin Marilla'nın kızı olmayı sevmiyorum…

 

Ah Marilla, sevgili Marilla, bu hayatta gerçekten kendim olmak için yapabileceğim son seçenek buydu; en azından mezar taşımda kendi adım yazacaktı…

 

Ah Marilla, mektubun üzerindeki mühürde bir Anka kuşu var. Tıpkı onun gibi küllerinden yeniden doğacak, kendim olacağım. Lütfen beni affet Marilla.

 

Beni anlamaya çalışsaydın belki bunlar olmazdı.

Belki de her zaman dediğin gibi kader buydu ve böyle olması gerekiyordu.

 

Seni her şeyden çok seven kızın...



 

Marilla'nın gözünden yaşlar bir sel gibi mektubun üzerine dökülüyordu. Marilla başını pencereden dışarı uzatıp bahçedeki mezar taşına yöneltti. Mezar taşında; Marilla'nın kızı Elizabeth 04.08.1869-04.08.1882 yazıyordu. Marilla hıçkırıklarını tutamadı, Beth'in yatağına uzandı ve küçük bir çocuk gibi hıçkırarak ağladı. Dinlememenin bedelini çok ağır ödüyordu ama olan olmuştu. Şimdi yapabildiği tek şey ise geçmişi değiştiremeyeceğini bile bile ağlamaktı.